İklim krizi, iklim politikaları ve Türkiye

SEVİL ACAR

1- GİRİŞ

Sanayi Devrimi’ni takip eden süreçte, insanlığın kurduğu ekonomik sistem, gezegenimizin iklimini önceki dönemlerle kıyaslanamayacak kadar köklü bir değişime uğratmıştır. Atmosferdeki karbon ve metan gibi sera gazları (GHG’ler) son iki yüzyılda önemli ölçüde artmış ve benzeri görülmemiş bir düzeye ulaşmıştır. Sanayileşmeden önce milyonda 280 parça (ppm) olan atmosferik küresel karbondioksit (CO2) konsantrasyonu, 1980’lerde 350 ppm’yi aşmış, bugünse 400 ppm’nin üzerindedir (NOAA, 2020).

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2007 yılında yayımlanan 4. Değerlendirme Raporu (AR4), geri dönüşü olmayan iklim etkilerine yol açılmaması için küresel CO2 konsantrasyonunun 450 ppm’nin altında ve küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi seviyelere göre 2°C’nin altında tutulması gereğini dile getirmektedir. Aynı rapor, aşırı iklim olaylarındaki sık değişimleri, kuraklıkları, selleri, yükselen okyanus seviyelerini ve ekosistemlerin bozulmasını, insanlığın gezegenin iklimine dayattığı radikal değişikliklerle ilişkilendirmektedir. Sıcaklık artışının durdurulamaması ve adaptasyon mekanizmalarının uygulanamamasının bu koşulları kaçınılmaz olarak ağırlaştıracağını vurgulamaktadır. Daha yakın tarihli bir IPCC (2018) raporu, sıcaklık artışını 2˚C yerine 1,5˚C ile sınırlamanın bile ekosistemler, mahsul verimi, deniz seviyeleri vb. üzerinde ciddi iklim etkilerine yol açacağını göstermiştir. Örneğin, rapora göre 1,5˚C senaryosu altında tropik bölgelerde mısır hasadındaki azalma %3’e ulaşabilirken, 2˚C senaryosu altında bu azalma 2,3 kat daha fazla olacaktır. Benzer şekilde, deniz balıkçılığındaki düşüş 1,5˚C senaryosunda 1,5 milyon tona ulaşabilirken, 2˚C altında söz konusu düşüş iki katına çıkacaktır.

İklim değişikliğinin etkileri çeşitli sektörlerde şimdiden görülmektedir. Dünyanın çoğu yerinde, kuraklık, sel, sıcak hava olayları veya fırtınalar şeklinde aşırı iklim koşullarına maruz kalma artmıştır (örnek: doğu ve batı Avrupa ile Akdeniz bölgesinde kuraklık ve sel sıklığındaki artışlar). Avrupa’da son yirmi yılda gözlemlenen sıcak hava dalgalarının, çeşitli araştırmalarda gösterildiği gibi tarımsal üretim üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Örneğin, Ciais vd. (2005), doğu ve batı Avrupa’daki tarımsal verimlilik düşüşünün, bölgede 2003 yılında tanık olunan yağış açığı ve aşırı yaz sıcağı ile açıklanabileceğini göstermektedir. Ayrıca artan sıcaklıklar, daha sık görülen ısı dalgaları ve değişen yağış düzenleri işçi sağlığına ve üretkenliğine zarar vermekte, bu da tarım işçiliği için sorun teşkil etmektedir.

Ocak 2020 tarihli McKinsey Global Institute Raporu, seçilmiş ülkelerde sektörlerin girdi-çıktı ilişkilerini analiz ederek olası iklim değişikliği senaryolarından nasıl etkileneceklerini örneklemektedir. Raporun makroekonomik düzeydeki analizleri ise kişi başına düşen milli geliri daha düşük olan ülke ve bölgelerin genel olarak daha büyük makroekonomik risk altında olduğunu bulgulamaktadır. Bunun arkasında yatan etmenler arasında görece yoksul bölgelerin genellikle fiziksel eşiklere yakın seyreden iklim yapısına sahip olması yer almaktadır. Yine bu bölgelerin iklim krizi ile mücadele edebilecekleri yeterli finansmana erişimleri bulunmamaktadır.

Öte yandan aynı rapor, 2050’ye ışık tutan analizinde, iklim değişikliğinin bazı ülkeler için olumlu etkileri olabileceğini bulgulamaktadır. Örneğin Kanada’nın tarımsal verimi bu sayede artabilir veya İsveç, Finlandiya gibi kuzey ülkelerinde iklim değişikliğine bağlı su stresi ya da kuraklık yaşanmayabilir. Rapora göre Türkiye, incelenen dönemde Mısır, İran ve Meksika ile birlikte iklim değişikliğine bağlı olarak en çok su stresi yaşayacak ülkelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazı Türkiye’nin küresel iklim değişikliğine katkısı bakımından durumunu, iklim politikası yapımında aldığı yolu ve karşılaşacağı dönemeçleri ve son olarak yakın zamanda toplanan İklim Şûrası’ndan çıkan sonuçları eksiklikleriyle birlikte özetlemeyi amaçlamaktadır.

2- TÜRKİYE’NİN KÜRESEL İKLİM KRİZİNE KATKISI:

Sera Gazı Emisyonlarının Tarihsel Gelişimi

2019 yılı itibarıyla Türkiye’nin kişi başına düşen karbondioksit (CO2) ve diğer sera gazı (GHG) emisyonları yaklaşık 6 ton iken, toplam sera gazı emisyonları 506 Mt CO2 eşdeğerine ulaşmıştır (TÜİK, 2021). Göreceli olarak, Türkiye’nin kişi başına düşen emisyonları dünya ortalamasına yakın ve OECD ülkelerinin kişi başına emisyonları ortalamasından daha düşüktür (Dünya Bankası, 2021). Bununla birlikte Türkiye, CO2 emisyonlarında en fazla artış hızına sahip 10 ülke arasında yer almaktadır. Türkiye’nin sera gazı emisyonları 1990 yılında 220 milyon ton seviyesinde iken, 2019 yılına gelindiğinde bu miktarın %131 daha fazla olduğu görülmektedir (TÜİK, 2021).

Enerji sektörü %72’lik pay ile, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de GHG emisyonlarına en fazla katkı sağlayan sektördür. Tablo 1’deki TÜİK (2021) verilerine göre enerji sektörü kaynaklı CO2 emisyonları 1990 ile 2019 yılları arasında iki katından fazla artmıştır. Enerji talebindeki artışa bağlı olarak orta ve uzun vadede emisyonların artmaya devam etmesi beklenmektedir. 2019 yılı itibariyle toplam GHG emisyonlarında enerji sektörünü %13,4’lük pay ile tarım, %11,2’lik pay ile endüstriyel süreçler ve ürün kullanımı ve %3,4’lük pay ile atık sektörleri takip etmektedir.

  1. TÜRKİYE’NİN İKLİM VE İKLİMLE İLİŞKİLİ ENERJİ POLİTİKALARI

Türkiye’nin ulusal emisyon azaltım hedefini belirten en son resmi belge, Paris’teki 2015 COP 21 toplantısından önce UNFCCC Sekreterliğine sunulan Niyet Edilen Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkı (INDC – yeni adıyla NDC) beyanıdır. 2012-30 döneminde gerçekleştirilmesi beklenen bu planda Türkiye’nin, CO2 ve diğer GHG emisyonlarını 2030 yılına kadar ulaşması beklenen 1.175 milyon ton seviyesinden 929 milyon tona düşürerek, referans patikaya kıyasla %21 oranında azaltacağı belirtilmektedir. Ancak sivil toplumdan gelen eleştirilere yanıt olarak ve 2021’de Glasgow’da düzenlenen COP26’da açıklanan “2053 net sıfır emisyon” taahhüdüne uygun olarak, Türkiye’nin yakın zamanda daha iddialı bir NDC sunması beklenmektedir.

Halihazırda Türkiye’nin karbon vergisi veya emisyon ticareti yoluyla bir emisyon fiyatlandırma stratejisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Türkiye, Avrupa Birliği’ne üyelik perspektifinden hareketle, AB Emisyon Ticaret Sistemi (EU ETS) ile uyumlu bir izleme, raporlama ve doğrulama (MRV) sistemi için yasal altyapı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu amaçla Türkiye’de, 25 Nisan 2012 tarihinde “Sera Gazı Emisyonlarının İzlenmesine İlişkin Yönetmelik”, 22 Temmuz 2014 tarihinde “Sera Gazı Emisyonlarının İzlenmesi ve Raporlanması Hakkına Tebliğ” ve 2 Nisan 2015 tarihinde “Sera Gazı Emisyonlarının Raporlarının Doğrulanması ve Doğrulayıcı Kuruluşların Yetkilendirilmesi Tebliği” yayımlanmıştır. Uzun bir hazırlık ve analiz döneminden sonra ülkemizde EU ETS ile bağlantılı olan bir ulusal emisyon ticaret sisteminin başlatılması beklenmektedir.

Temiz enerji cephesinde ise yenilenebilir enerji gelişiminde son yıllarda yaşanan ivmeye rağmen 2018 yılında termik kurulu güç 5.000 MW olarak gerçekleşmiştir (TEİAŞ, 2020). Termik kurulu güç; hidro, jeotermal, rüzgar ve güneş toplam kurulu gücünün üzerindedir. Türkiye’nin enerji sektörünün stratejik yönü, halen yerli kaynaklar kullanılarak kömürle çalışan elektrik üretiminin yaygınlaştırılmasına odaklanmaktadır. Yerli kömür üretiminin ağırlıklı olarak linyit olması ve santrallerin birçoğunun taşkömürü ile çalışması, yerli kömür üretiminin enerji güvenliği hedefleriyle uyumlu olmadığını göstermektedir. İthal kömüre artan bağımlılık, yalnızca cari açıkları kötüleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda ülkemizin enerji güvenliği çabalarını da çıkmaza sokacaktır.

Türkiye’nin yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmasına yönelik iddialı planları olmasına rağmen, kapasite mekanizması, bölgesel yatırım teşvikleri, doğrudan Hazine transferleri ve kredi garantileri dahil olmak üzere kömürle çalışan termik santraller ve kömür madenciliğine yönelik sübvansiyonların devam etmesinin bu planları tehlikeye atması muhtemeldir. Enerji sektöründe piyasa dışı fon akışları üzerine yapılan bir çalışmaya göre, Türkiye’de 2018’de fosil yakıtların üretim ve tüketimine yönelik sübvansiyonlar toplam 3,9 milyar ABD dolarını bulmuştur (SHURA, 2019). Durmaz, Acar ve Kızılkaya (2021) tarafından yapılan başka bir çalışmada ise 2018 yılı için kömür teşvik bedeli yaklaşık 0.014 ABD$/kWh olarak bulunmaktadır. Kömür madenciliğine ve kömürden elektrik üretimine verilen teşviklerin milli gelire oranı ise (hem 2018 hem 2019 yılları için) %0,5 olmaktadır.

Kömüre ve diğer fosil yakıtlara yönelik teşviklerin büyüklüğü, teşvik/sübvansiyon tanımının kapsadığı kalemlere göre değişmekle birlikte söz konusu teşviklerin etkileri, Türkiye gibi zengin kömür rezervleri olmayan bir ülke için oldukça dikkat çekicidir. Acar ve Yeldan (2016) tarafından yapılan bir hesaplanabilir genel denge (CGE) çalışması, Türkiye’de kömür üzerindeki mali teşviklerin toplam CO2 emisyonları üzerindeki etkisini incelemekte, bu teşviklerin ortadan kaldırılmasının, 2015-2030 dönemini modelleyen analizlerinde CO2 emisyonlarını baz patikaya kıyasla %5,5 oranında azaltabileceğini tespit etmektedir. İstanbul Politikalar Merkezi tarafından yayınlanan bir rapor (Şahin vd., 2021), Türkiye ekonomisinin 30 yıl içinde büyük ölçüde karbondan arındırılabileceğini ve fosil yakıtları terk ederek, yenilenebilir enerjiye geçerek, enerji verimliliğini artırarak ve elektrifikasyonu arttırarak 2050’lerin başlarında net sıfır emisyon hedefine yaklaşabileceğini ortaya koymaktadır. Europe Beyond Coal vd. (2021) tarafından yayımlanan başka bir rapor, karbonun fiyatlandırılması ve kömür sübvansiyonlarının kaldırılması gibi tutarlı politika araçlarının uygulanması halinde, en geç 2030 yılına kadar kömürden çıkmanın Türkiye için gerçekçi ve ulaşılabilir bir hedef olduğunu ileri sürmektedir. Bu açıdan kömürden çıkış planı, 2053 net sıfır emisyon hedefine giden yolda ilk ve en kolay adım olarak öne çıkmaktadır. SHURA (2021) çalışması, 2030 ve 2040’a kadar Türkiye’de enerji sektöründe %50’den fazla yenilenebilir üretiminin fizibilitesini ele almakta olup, emisyonlar üzerinden karbon vergisi alınması, yenilenebilir kaynaklara nispeten daha yüksek sübvansiyonlar sağlanması ve enerji verimliliği iyileştirmeleri gerçekleşmesi halinde fosil yakıtlı santrallerin yenilenebilir teknolojilerle (özellikle rüzgar ve güneş) değiştirilmesinin mümkün olduğunu göstermektedir.

Özetle, hedefleri doğru saptanmış bir emisyon fiyatlama sistemi, daha yüksek enerji verimliliği ile birlikte düşük karbonlu enerjiye ve genel olarak düşük karbonlu ekonomiye geçiş, Türkiye’de kişi başına düşen emisyonların düşmesini sağlamak ve Türkiye’nin küresel iklim değişikliğiyle mücadeleye katkısını güvence altına almak için oldukça önemlidir.

4- TÜRKİYE’DE GÜNCEL GELİŞMELER VE İKLİM ŞÛRASI

Uluslararası iklim eylemi ve iklim krizi ile mücadele, Covid-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna savaşı gölgesinde iniş çıkışlarla yoluna devam ederken 21-25 Şubat 2022 tarihleri arasında Konya’da Türkiye’nin ilk İklim Şûrası (İklim Şûrası 2022) toplandı. Şûra’ya sivil toplum örgütleri, iş dünyası, akademi, yerel yönetimler ve kamu kurumları temsilcileri katıldı. 2053 net sıfır emisyon ve yeşil kalkınma hedefleri doğrultusunda kısa, orta ve uzun vadeli stratejik adımları belirlemeyi, iklim konusunda geliştirilecek mevzuata katkı sağlamayı, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum bağlamında temel politikalar ile öncelikli eylemleri içeren bir yol haritası oluşturmayı hedefleyen Şûra’da yedi ayrı komisyon (Sera Gazı Azaltımı 1; Sera Gazı Azaltımı 2; Bilim ve Teknoloji; Yeşil Finansman ve Karbon Fiyatlandırma; İklim Değişikliğine Uyum; Yerel Yönetimler; Göç, Adil Geçiş ve Diğer Sosyal Politikalar) çalıştı.

Tüm Şûra katılımcılarından oluşan Genel Kurul’un oyuna sunulan söz konusu komisyon kararları İklim Kanunu hazırlıklarına giden yolda birer politika tavsiyesi olarak değerlendirilebilir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının en üst düzeyde kullanımından enerji verimliliğine; enerjide dijital dönüşümden depolama ve talep tarafı yönetimine; doğa dostu tarım ve sanayiden binalara; yeşil finansman araçlarının geliştirilmesinden ülkemizde kurulacak Emisyon Ticaret Sisteminin (ETS) gelirlerinin kullanımına; sürdürülebilir ekosistem yönetiminden atık ve biyokütle kullanımıyla biyogübre ve enerji potansiyelinin değerlendirilmesine; yerelde iklim adaptasyonundan iklim değişikliği kaynaklı kayıp ve zararların karşılanmasına; yeşil istihdamdan adil geçişe kadar pek çok konuda 217 maddelik tavsiye kararı alındı. Kararların büyük çoğunluğu 2053 net sıfır emisyon ve yeşil kalkınma hedefleriyle uyumlu ve komisyonların yoğun çalışmaları neticesinde alınmış olmakla birlikte hedefe ulaşmak için çizilmesi gereken karbonsuzlaşma patikasının gereğine ruhen tamamen aykırı olanlar da vardı.

Örneğin, üzerinde uzlaşılmadığı ve ilgili komisyonun önerisi olmadığı halde “doğal gaz ve nükleer”in elektrik üretimindeki paylarının artırılması bir tavsiye kararı olarak gündeme getirilmiştir. Benzer şekilde, komisyon tarafından Yuvarlak Masa’ya önerilmediği halde enerji dönüşümünün “geçiş sürecinde doğal gaz arama ve üretim faaliyetleri”nin artırılması, ulusal ve uluslararası iletim altyapısının geliştirilmesi” tavsiye kararlarına eklenmiştir. Yine ilgili komisyonun toplantılarında detaylıca tartışılmış ve fikir birliğine varılmış “kömürden kademeli çıkış” hususu, Yuvarlak Masa toplantısında bazı gerekçelerle tavsiye kararlarından çıkarılmıştır.

Kanımızca bu kararlar iklim konusunda geliştirilecek mevzuata bilimsel katkı sağlaması ve aktörlere doğru sinyal vermesi bakımından gözden geçirilmelidir.

BUNUN ÜÇ TEMEL NEDENİ VARDIR:

İlkesel olarak komisyon kararlarının bir üst düzey olan Yuvarlak Masa aşaması sonrasında değiştirilmesi, komisyonda tartışılmamış hususların metne ilave edilmesi Şûra’nın amaç, hedef, ve katılımcı olma prensibine uygun düşmemektedir. İkinci olarak, 2053’te net sıfır emisyon hedefi olan bir ülkenin sera gazı emisyonlarını yıl yıl planlı olarak düşürebilmesi için kömürden kademeli çıkışın hedeflenmesi, fosil yakıtların her türlüsünden desteğin çekilmesi ve doğal gazın enerji sistemi içindeki payının azaltılması şarttır.

Bilimsel çalışmalar kömürden çıkışın Türkiye için 2030-2035 döneminde mümkün olabileceğini göstermiş, enerji güvenliğini sağlayacak alternatif mekanizmaları tanımlamıştır. Bilimsel veriler toplumun değişik kesimlerinde de bu yönde bir beklenti oluşturmuş, dahası Şûra’ya katılan gençler yayımladıkları “İklim Elçileri Bildirgesi”nde “ülkemizin 2030 yılına kadar kömürden çıkış için yol haritasını ilan ederek, yenilenebilir enerji kaynaklarımızın daha verimli kullanılması ve fosil yakıtlara bağımlı olmayan bir enerji düzeni oluşturmak üzere çalışmalar yapılması için” çağrıda bulunmuşlardır.

Ayrıca, nükleer enerji gibi sistem güvenliği açısından riskli, hammadde ve teknolojide ithalat bağımlılığı içeren bir mekanizmanın üzerinde uzlaşı olmadan tavsiye kararı olarak alınmış olması bilimsel dayanaktan yoksundur. Son olarak, Şûra’da derinlemesine tartışılmış ve tavsiye kararlarına yansımış olan adil geçiş, uyum, sosyal politika vb. adımlar fosil yakıtlara dayalı bir sistemi devam ettirmeye çalışmakla eş anlı olarak yürütülemez. Fosil yakıtların üretimi ve tüketimi esnasında ortaya çıkan (çevreye, sağlığa, topluma yönelik) dışsal maliyetler, görünen maliyetlerinden oldukça fazladır. Bu maliyetlere toplumun değişik kesimleri orantısız olarak katlanmaktadır. İlgili maliyetlerin kömürden çıkış gibi net sıfır emisyon hedefiyle tutarlı politikalarla daha baştan engellenmesi, adil ve iklim dostu bir ekonomik düzeni daha mümkün kılacak, sosyal politikaya ayrılması gereken kaynakların daha etkin kullanılabilmesine yol açacaktır.

5- SONUÇ YERİNE

Uluslararası iklim krizi mücadelesinde kendisini samimice konumlandırabilmesi ve ekonomisini sosyal ve ekolojik açılardan sürdürülebilir temellere oturtabilmesi için Türkiye’nin sera gazı emisyonlarını azaltmada kararlı davranması elzemdir.

Bunu mümkün kılabilmenin yolu fosil yakıt kullanımını azaltmak ve etkili biçimde vergilendirmekten, fosil yakıtlara yönelik sübvansiyonları kaldırmaktan, yenilenebilir enerjiyi yaygınlaştırmaktan ve enerji verimliliğini artırmaktan geçmektedir. Literatürde yer alan çalışmalar, enerji dönüşümü, fosil yakıtlardan çıkış ve karbon fiyatlama odaklı enerji ve iklim politikalarının Türkiye için hem emisyonların azaltılmasında hem de gelir ve istihdamın daha eşitlikçi biçimde artırılmasında başarılı olacağı yönünde sonuçlara ulaşmıştır (örneğin, bkz. Yeldan ve Voyvoda, 2015; Acar vd., 2018; SHURA, 2021).

Aktif bir iklim politikasına geçiş, Türkiye’nin ekonomik sektörlerinin iklim dostu dönüşümünü kolaylaştıracak iklim finansmanı fırsatlarına erişmesine de yardımcı olacaktır (Acar vd., 2021).

Ayrıca Avrupa Yeşil Düzeni’nin ilanı ile birlikte, enerji sektörünün karbonsuzlaşması tüm sektörlerin rekabet düzeylerini korumaları açısından elzemdir. 2026’da yürürlüğe girecek olan sınırda karbon uyarlama mekanizması ile Türkiye’nin AB’ye ihracatçı sektörleri AB sınırından geçerken içerdikleri karbon içeriğine göre vergilendirmeye tabi olacaklardır. Sektörler içinde daha fazla enerji-yoğun (dolayısıyla karbon-yoğun) olanlar daha fazla maliyete katlanmak durumunda kalacaklardır. Ayrıca Covid-19 sürecinde enerji talebi kayıplarına bağlı olarak yaşanan sorunlar dönüşümün aciliyetini bir kez daha hatırlatmıştır. Covid-19 sonrası dönemde dünya genelinde açıklanan ekonomik teşvik paketlerinde enerji dönüşümü (yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, elektrifikasyon, talep tarafı yönetimi vs.) alanının ön planda olması şaşırtıcı değildir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: