
Türk siyasal hayatında son zamanlarda “çete” kavramı kamuoyunda sıkça yer almaktadır. Çete kavramı, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre iki anlama sahiptir. Birinci anlam olarak çete, “yasa dışı işler yapmak veya etrafındakileri korkutmak amacıyla bir araya gelmiş topluluk.” anlamına gelirken ikinci anlam olarak çete, “ordu birliklerinden olmayan silahlı küçük birlik” anlamına gelmektedir. Türk siyasal hayatındaki çete kavramından bahsederken birinci anlamdaki çete tanımını ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çete kavramı, bu yazı bağlamında, siyasal hayatın çeperinde bulunan ve onunla büyüyen bir anlam ifade edecek şekilde ele alınacaktır. Ancak elbette bu tanıma yeni unsurlar da eklemek gerekecektir. Çeteler hem toplumsal düzende hem de hukuksal düzende sapmaya sebep olmaları sebebiyle oldukça tehlikeli oluşumlardır. Çeteler, kollektif bir şekilde hareket ederek, çıkar amaçlı organizasyonlar çerçevesinde, amaçladıkları noktaya sirayet etme çabası içerisindedirler. Bu kapsamda çeteler, hukuk dışı eylemler, siyasi saiklerle kollama anlayışları ve kirli parayla birikim rejimi oluşturulması için hiyerarşik veya hiyerarşik olmayan, kapalı veya açık organizasyonlar içerisinde yer almaktadır. Bu noktada otopark, karaborsa, çek ve senet tahsilatı gibi amaçlar dışında inşaat, arazi yolsuzluğu, rant devşirme konuları, siyasal alandaki çeteleşmede daha görünür biçimde yer almaktadır. Bu kapsamda Türk siyasal hayatı içerisindeki çeteler, yaptığı işlemlerinde ve yer aldığı organizasyonlarda hukuku kendi amaçlarına uygun hale getirerek bu faaliyetlerini ilerletmektedirler.
Son zamanlarda “beşli çete” kavramı siyasi literatürde oldukça fazla yer bulmaktadır. Beşli çete kavramı, içinde bulunduğumuz rant düzenini ve kirli düzeni göstermek için oldukça önemlidir. Bu durumun daha açık bir şekilde anlaşılması amacıyla Kamu İhale Kanunu’nda mevcut siyasi iktidar tarafından yapılan değişikliklere göz atmak faydalı olacaktır. Bilindiği gibi Kamu İhale Kanunu, kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları ihalelerdeki usul ve esasları belirleyen temel kanundur. Bu çerçevede kamu kaynağının kullanılmasını yasal bir düzene oturtur ancak bu yasal düzen öyle bir hal almıştır ki 2002’den bu yana tam 195 kez değiştirilmiştir. Elbette bu durum devletin temel fonksiyonlarının değişmesiyle, devletin piyasada etkisizleştirilmek istenmesiyle ve en önemlisi kamu kaynaklarının belli şirketlere aktarılmak istenmesiyle ilgilidir. İşte yukarıda bahsedilen hukukun kendi amaçlarına uygun kullanılması derken bu kastedilmektedir. Tam 195 kez değişen ve adeta yamalı bohça haline gelinen bir kamu ihale mevzuatının, siyasal hayatın çeperinde bulunan çetelerin çıkarları için düzenlendiği açıkça ifade edilmese de bu çetelerin bu değişimlerden oldukça yararlandığı açıktır. Özellikle kanunun kapsama alanının daraltılarak Kamu İhale Kanunu’nun 3. maddesinin başlığı olan istisna alanının genişletilmesi kamu harcamalarının disipline edilmesini engelleyerek usulsüzlüklerin yapılmasına yol açmıştır. Öyle ki kanunun 3. maddesinde düzenlenen istisna fıkraları için alfabedeki harfler dahi yetmemiştir. Bugün siyasi kadrolarla hareket eden ve kamuoyunda yandaş şirketler olarak bilinen oluşumların kazançlarını arttırması amacıyla kamu ihale kanununda yer alan bazı maddelerin siyasal iktidar tarafından oldukça sık kullanıldığı aşikardır. Bu maddelerin başında istisna bir usul olan 21/b maddesi gelmektedir. 21/b maddesi, olağanüstü durumlarda bir işin acele yaptırılması ihtiyacı olduğunda ya da satın alınması gereken acil bir ürün varsa kamu idaresinin ihaleyi kolayca yapabilmesi adına tasarlanmış bir ihale usulüdür.
Örneğin, güvenlik ya da savunma alanlarındaki özel durumlarda söz konusu pazarlık usulü tercih edilmektedir. Mevzuattaki yerine bakıldığında, Kamu İhale Kanunu’nda yer alan 21. maddenin (b) bendi “Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya yapım tekniği açısından özellik arz eden veya yapı veya can ve mal güvenliğinin sağlanması açısından ivedilikle yapılması gerekliliği idarece belirlenen hallerde veyahut idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması” olarak düzenlenmiştir. Buradaki amaç ihtiyacın en hızlı şekilde karşılanmasıdır. Örneğin herhangi bir heyelan sonucu yolun çökmesi durumunda Karayolları Genel Müdürlüğü yolun yenilenmesi için bu maddeyi uygulayabilmektedir. Ancak kamuoyunda beşli çete olarak adlandırılan yandaş şirketler, aldıkları kamu ihalelerinin birçoğunu 21/b maddesi ile almıştır. Elbette 21/b ile ihale alınabilir ancak bu ihalelerin konusu, 21/b maddesini gerektirmeyecek şekilde olmasına rağmen bu şirketler pazarlık usulünden yararlandırılmıştır. Yani temel usul olan, açık ihale usulü yapılmamış ve 21/b maddesi kapsamında adrese teslim işler alınmıştır.
Bir hukuk devletinde, hukuki güvenilirliğin sağlanması için ivedilik gerektirmeyen kamu ihalelerinin şeffaflık ilkesi çerçevesinde ve kamu yararının gerçekleştirilmesi bakımından açık ihale usulü ile yapılması gerekmektedir. Kısacası, yandaş şirketlere verilen bu haksız ve hukuksuz ihaleler sonucunda, kamu kaynakları halkın yararına değil, yandaşların yararına kullandırılmış ve bir rant düzeni oluşturulmuştur. Bu açıdan bakıldığında çete kavramını yalnızca etrafındakileri korkutmak amacıyla bir araya gelmiş bir topluluk olarak ele almak birçok gerçeği görmezden gelmeye sebebiyet verecektir. Sosyal dinamikler, dönemin siyasi zemini, çetelerin oluşumuna sebebiyet veren siyasi saikler, kirli bir birikim rejimi ve rant, siyasi hayattaki çeteleri oluşturan unsurlardandır. Bu durum da açıkça beşli çete olarak adlandırılan oluşum içerisinde görülmektedir.
Sadece arkasına siyasi desteği alan elbette beşli çete değildir. Uyuşturucu trafiğinden karapara aklamaya kadar çeteleşmiş birçok başka oluşumlar da vardır. Kimisi yurtdışına para kaçırıp şirketler kurarken kimisi de off-shore vergi cenneti olan ülkelere paralarını kaçırıp aklamaktadır. Örneğin uyuşturucu açısından bakıldığında, Mersin Limanı başta olmak üzere, ülkemizde tonlarca uyuşturucu madde yakalanmasına rağmen sadece uyuşturucu ağı hiyerarşisinin en altında bulunan torbacılar yakalanmış ancak hiçbir uyuşturucu baronunun yakalanıp adalete teslim edilememesi oldukça şüphe uyandırmıştır. Doğal olarak, insanların aklına uyuşturucu baronlarının siyasilerle kurduğu bağlar nedeniyle yakalanıp tutuklanmadıkları fikri de bu noktada yerleşmektedir.
Hukukun güvenilirliğinin zedelenmesi tek bir olay neticesinde gerçekleşmez ancak böyle birbiriyle bağlantılı ve birçok olayın silsile halinde bir araya gelmesiyle gerçekleşir. Yine bir başka örnek ise tüm kamuoyunun karapara aklamak suçundan yakından takip ettiği ve tanıdığı Sezgin Baran Korkmaz olayıdır. Sezgin Baran Korkmaz ülkemizde tutuklanmasına ve deliller ortada olmasına rağmen serbest bırakılmış ve ardından yurtdışına kaçmıştır. Daha sonra Avusturya’da yakalanmış ve tekrar ülkemizde yargılanması için iade talebinde bulunulmuştur. Görünen o ki siyaset ve yargı içerisinde çeteleşmiş gruplar var ki şüpheli olan Sezgin Baran Korkmaz’ın yurtdışına çıkmasına göz yumulmuştur. Yine siyaset içerisinde başka bir çeteleşmeden bahsedecek olursak, şu anda TBMM üyesi olan bir milletvekilinin, eşinin ve abisinin kurmuş olduğu rüşvet ağından bahsedebiliriz. Bir boşanma hikayesi ile başlayan ve sonucunda rüşvet ve karaparanın açıkça yer aldığı bir manzara ile karşı karşıya kalınmıştır. Verilen bu örnekler, yalnızca buzdağının görünen bir kısmıdır. Ülkemizde yaşanan bu tür olayların detaylıca araştırılması için muhalefet partileri tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve Genel Kurul’da görüşmek için verilen araştırma önergelerinin de iktidar tarafından reddedilmesi, bir anlamda bu suçları işlemekte olan şüpheli insanların ve arkasındaki güçlerin korunması anlamını da taşımaktadır.
Sonuç olarak, Türk siyasal tarihini çalkalayacak bu çete meselesi, günübirlik siyaset malzemesi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel normlarını zedeleyen en önemli konulardan biridir. Bundan dolayı bu konuları sıradanlaştırmamak kamuoyu ve ülkenin geleceği için önem arz etmektedir. AKP’nin 20 yıllık iktidarında gelinen nokta; rant, rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, ihalelere fesat karıştırma, karapara, uyuşturucu trafiği, çeteleşme ve daha sayılamayan birçok gerçekliktir. Kirli rant ilişki ağının mevcut siyasi iktidar döneminde giderek yoğunlaşması ve bunun normalleştirilmesi gerek yandaş basın eliyle gerek sosyal medya trolleri ile ilmek ilmek işlenmiştir. “Çalıyorlar ama yapıyorlar” gibi söylemler bu kötülüğün sıradanlaştırılmasının en önemli örneğidir. Hukukun evrensel ilkelerinin ve hukuk devleti ilkesinin geçerli olduğu bir ülkede bu kötülüklerin sıradanlaşmaması gerekir. Çünkü hukuk devleti ilkesinin en önemli unsurlarından olan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi ile hukuki güvenilirlik ilkesi, temel ilkelerin özünü oluşturmaktadır. Bir özün niteliğinin kaybolması veya yerine getirilmemesi diğer temel ilkelere de sirayet edecek ve birbirine bağlı olan zincirlerin tamamen kopmasına sebebiyet verecektir. Zincirlerin tamamen kopması da toplumsal ve hukuksal düzenin bozulmasına sebep olacaktır. Unutulmamalıdır ki, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi kuvvetler ayrılığı ilkesiyle önemli bir uyum içerisindedir. Bu kapsamda bir ülkede tek söz sahibi olan bir kişinin, kuvvetler ayrılığı konusunda “…Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen var ya, O önünüze gelip engel olarak dikiliyor…” sözlerinden bahsetmesi, demokrasiden otoriter bir rejime geçildiğinin çok açık bir göstergesidir. Bilindiği gibi otoriter rejimlerde yargı mercii, bir hak arama mercii değil, baskı aygıtı olarak siyasal iktidarlar tarafından kullanılmaktadır. Ne yazık ki ülkemizde yargı sisteminin siyasi iktidar baskısı altında olması, hâkim ve savcıların bağımsız ve tarafsız olmalarını engelleyen en önemli unsurların başında gelmektedir. Bu sebeple bahsetmiş olduğumuz tüm çetelerin ortadan kaldırılması için adil, tarafsız ve bağımsız mahkemelere ihtiyaç vardır. Geçmişten ders alınması için 1992 yılında İtalya’da “Mike-Papa” operasyonu kapsamında aralarında siyasi parti liderleri, bürokratlar, İtalya’nın en büyük şirketlerinin yöneticilerinin de bulunduğu bir davayı hatırlamak gerekmektedir. Bu davaya İtalya’da, temiz eller operasyonu yani “Mani Pulite” adı verilmişti. Ülkemizde de çeteleşmenin önüne geçmek, kirli rant düzenini ortadan kaldırmak, yolsuzlukları önlemek adına evrensel hukuk normları çerçevesinde bir temiz eller operasyonuna yani bizim de bir Mani Pulite’mize gereksinim vardır.