
Sedat Peker’in videolarını soluksuz izleyenlerden kaçı Abdullah Çatlı’nın adını duymuştur acaba? Çatlı’nın ölümünün üstünden 26 yıl geçti, Türkiye’de ortalama yaş 30…Yani her iki ismi de tanıyan sayısının -yaşıtım kıdemli yurttaşlar dışında- çok fazla olamayacağı aşikâr.
Çeyrek asır arayla sahne ışıklarını üstünde toplayan adeta pop-star şöhreti yakalayan iki ismin fazla bir benzerliği de yok zaten; mafya düzenini kamuoyunun en kılcal damarlarına kadar sızacak şekilde tartışmaya açmaları dışında…Kısmetimde varmış ki, her iki seferde de süreci izlemek ve yorumlamak fırsatını buldum. İlkinde bir kitap yazdım, bu kez Yunus Emre Hoca’nın isteği üzerine bir yazı karaladım.
Ayrıntıya girmeden Sedat Peker’le şahsen hiç tanışmasak da, kısa bir mazimiz olduğunu belirtmeyi, derginin ciddiyetine halel getirmemek açısından görev bilirim. Kendileri beş yıl kadar önce Maltepe Cezaevi’nde müebbet cezamı çekerken bendenizi bir bayrak direğinin ucuna layık görmüştü.
Mafyayı siz değerli okurlara tarif etmeye kalkarak vaktinizi almayacağım. Çünkü Mafya ve terör fazla tarif gerektirmez, gördüğünüzde anında tanırsınız zaten!
Bu iki illet de devlette zafiyetin işaretidir. Susurluk Çetesi ve Abdullah Çatlı, devletin PKK ile baş edemediği paniğine kapılarak yoldan çıkmasının eseridir. Sedat Peker ise şahıs devletinin hışmına uğrayan bazı isimlerin alternatif adalet aradığı bir kapıya döndü belli ki.
İşin garibi aradan bu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen Susurluk çetesini savunan siyasetçiler ve yetki aşımıyla suçlanıp ceza alan memurlar yine gündemde; hem de ya yardakçı veya fail sıfatıyla!
Mafya-Devlet-Terör ilişkisi Türkiye’ye özgü bir pratik değildir.
Misal, ABD’nin İtalyan asıllı ünlü suç örgütü lideri Lucky Luciano, yattığı hapishaneden ABD ordusunun yardımına koşarak, İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı cephesinde, Sicilya çıkartmasında Mafya’yı seferber etti, sabotaj eylemleri ile Almanları zayıflattı.
Aslında belki o kadar uzağa gitmeye bile gerek yok: PKK yıllarca Güneydoğu coğrafyasında bir yandan uyuşturucu kaçakçılarını haraca bağladı, diğer yandan mahkemeye gidemeyecek vakalarda sözde adalet dağıttı hatırlarsınız.
Bir önceki cümledeki “mahkemeye gidemeyecek vakalarda” ifadesine takıldıysanız, geldik Mafya’yı var eden olmazsa olmaz koşullardan ikincisine…
Devlet zayıf düştüyse, örneğin vergi toplanamıyorsa, kayıt dışı ekonomi resmi rakamların kat kat üstündeyse kendi adalet sistemini yaratır…
Çek-senet işlemleri, arazi işgalleri mahkemede değil mafya nezdinde halledilir. Bugüne geldiğimizde, marinasına çökülenler, oteline el konulanlar, belli ki Reis’in adaletinden, TV maymunu avukattan umudunu kesip Sedat Peker’e vekalet veriyor. Peker de daha beş yıl önce uğruna bayrak direkleri donatacağı Reis’e toz kondurmasa da adamlarına hiç acımıyor!
Terör ve Mafya hangisi daha büyük tehdit diye sormak bile abestir. Ama bu iki belanın yol açtığı suç sicilinin kıyaslanması şaşırtıcı sonuçlar verebilir. İddiamızı Türkiye’de herkesin bilgiden çok fikir sahibi olduğu bir başlık üzerinden sınayalım:
Faili meçhul suç dosyaları…
Hemen aklınıza siyasi cinayetler ve güneydoğu coğrafyası geldi öyle değil mi? Musa Anter, Cem Ersever ve diğerleri…Ya da Uğur Mumcu, Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Çetin Emeç dosyaları. Acıyı ve kaybı yarıştırmak yanlış olur, sadece rakamları vermekle yetinelim:
•1987 ve 1996 yılları arasında fail-i meçhul cinayetler zirve yaptı.
•Sadece OHAL bölgesinde söz konusu 9 yıllık sürede 810 cinayetin faili yakalanamadı.
•Cinayetlerin sebeplerine bakıldığında sadece 294’ü teröre bağlıydı.
•Diğer sebeplerle, alacak-verecek, aile veya kan davası vb. işlenen cinayet sayısı 516 idi.
•OHAL bölgesi dışında ise faili meçhullerde yine adi suçlar başı çekiyor: 115 terör vakasına karşılık 1788 adi vaka.
Yine dönemin İçişleri Bakanı ve bugünün İYİ Parti lideri Meral Akşener’in 1997 Mart ayında verdiği resmi rakamlara dayanarak devam edersek;
•Türkiye’nin Susurluk Çetesi ile tanıştığı 1996 Kasım ayından çok değil beş ay öncesine gidersek…
Haziran ve Kasım 1996 arası dönemi Emniyet istatistiklerine bakarsak, 9 suç örgütünün yakalandığını görürüz. Beş ayda 9 çete üstüne bir de Susurluk Çetesi, eder 10 çete!
•Bu çetelerin insan kaynakları ve silah gücü de dehşet vericiydi. Çete üyeleri arasında rütbeli rütbesiz 21 Emniyet mensubu ve Silahlı Kuvvetler personeli vardı. Çete cephaneliğinde 6 Lav silahı, uzun menzilli tüfekler, bombalar, suikast silahları çıktı.
•Çetelerin suç sicilinde 20 cinayet ve 16 yaralama vardı. Suç coğrafyası sadece üç büyük ille sınırlı değildi, Kocaeli’nden Amasya’ya, Bursa’dan Rize’ye uzanıyordu.
Peki hal böyle iken, çete zengini ülkemizde çeyrek asır önce neden Susurluk Çetesi öne çıktı? Diğerlerinden ne farkı vardı?
Çetelerdeki memur sayısının da gösterdiği gibi hepsinin devletle irtibatı vardı, ama sadece Susurluk ekibinin kendisini devletin yerine koyan siyasetçi/bürokratların doğrudan emri altında suç işlediği kanıtlandı, cezası kesildi.
Ancak bu kadarı suç örgütlerini yaratan bataklığı kurutmaya yetmedi, sivrisinek mücadelesi kadar etkisiz kaldı. O bataklıkta en ünlüsü Sedat Peker olmak üzere yeni suç liderleri boy attı.
Susurluk ve hemen tarihi tekrarı Sedat Peker vakası, mafya-siyaset-devlet ilişkisi…
Sayfalarca yazılsa bile merak edilen tek bir sorunun yanıtıdır: İyiye mi, yoksa kötüye mi gidiyoruz?
Yine kıyas yöntemiyle ilerlersek;
•Susurluk skandalı patlak verince dönemin Cumhurbaşkanı Liderler Zirvesi topladı
•TBMM’de Susurluk Komisyonu kuruldu, ilgili isimler ifadeye çağrıldı.
•Komisyon elde ettiği veri ve bilgileri kamuoyu ile paylaştı
•Davalar açıldı, cezalar verildi.
•Susurluk’u ciddiye almayan dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan ile Susurluk aktörlerini savunan Yardımcısı Tansu Çiller siyasi arenada itibar yitirdi.
Bugüne gelirsek…Sedat Peker’in içeriden bilgiye dayalı iddiaları TBMM’de hiç tartışılmadı. Adliye’de bu iddialara bakacak tek bir savcı bile çıkmadı. Polis, istihbarat iz sürmedi. Ülkeyi yöneten tek adam, aylar boyunca ağzını açıp “doğru” veya “yanlış” demedi, tek kelime etmedi.
Kamuoyunun şahit olduğu tek resmi eylem, Sedat Peker’in susturulması için devletin dış ülkelere yaptığı rica ve tehditlerden ibaret kaldı.
Kör topal da olsa demokratik sürecin işlediği yıllarda, yasama-yürütme- yargının kuvvetler ayrılığı sayesinde Susurluk karanlığına biraz olsun ışık tutulabildi.
Ama bu üç erkin tek kişide vücut bulduğu günümüzde bu kadarı bile mümkün değil. Polis, savcı, gazeteci ortaya çıkacak gerçeğin kime yarayıp kime zarar vereceği hesabıyla meşgul.
Sonuç ortada!
Tarih hakikaten tekerrür etti. İlkinde yani Susurluk’ta yaşanan trajedinin tekrarı bu kez komedi olarak sahnelendi, bize çekirdek çitleyip izlemek düştü.