
Giriş
Yolsuzluk oranı konusunda, Danimarka ve Norveç gibi ülkeler en temiz ülkeler liginde zirvede yer alıyor. Nijerya, Somali, Bangladeş gibi ülkeler ise son sıralara yakın. Türkiye maalesef bu listelerde ‘temiz’ ülkeler liginde değil, yolsuzluğa batmış ve bununla mücadele etmeyen ülkeler liginde yarışıyor. 20 yıllık AKP hükümeti de beşli çetelerle, mafyalarla, adam kayırmacılıkla, rantiye ekonomi ve kupon arazileri peşkeş çekmekle ülkemizi bu listede serbest düşüş hızıyla diplere sürüklüyor.
Dünya Bankası, yolsuzluğu, kişisel kazanç için gücün kötüye kullanılması olarak tanımlıyor ve yolsuzlukla mücadeleyi iyi yönetişim göstergeleri arasında görüyor. Yolsuzluk, maalesef “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyebileceğimiz bir sorun değil. Çünkü bu yılan sadece bireyler üzerinde değil aynı zamanda toplum üzerinde her düzeyde yıkıcı etkilerde bulunuyor. Bireysel düzeyde yolsuzluk yoksulluğu artırıyor, çünkü ihtiyaç sahiplerini desteklemek için kullanılabilecek fonlar bunun yerine özel çıkarlara yönlendiriliyor. Ayrıca, yolsuzluk sosyal ve ahlaki değerlerin altını oyarak bireyler arasında güven ve işbirliği eksikliğine yol açıyor. Toplumsal düzeyde ise yolsuzluk siyasi istikrarsızlığa yol açarak demokratik kurumların altını oyuyor ve ekonomilere doğrudan zarar veriyor. Nihayetinde yolsuzluk; toplumları adaletsizlik, eşitsizlik ve huzursuzlukla baş başa bırakıyor. Bu nedenle, daha adil ve eşitlikçi bir dünya yaratmak istiyorsak, yolsuzluğun her türüyle mücadele etmek için ciddi bir mücadele vermemiz gerekiyor.
Yolsuzluğa bulaşan devlet görevlileri ve özel sektördekiler için, “bal tutan parmağını yalar” ya da “gemisini kurtaran kaptan” demek, o kaptanı bir biçimde takdir etmek, bunu bir başarı olarak görme eğilimi olan toplumlar var. Fakat gemisini yolsuzlukla kurtaran her bir ‘kaptana’ karşı yüzlercesi, o yolsuzluk nedeniyle batıyor. Aileler çocuklarını sahip olmaları gereken imkanları sağlayamayarak büyütmek zorunda kalıyor. Araştırmalar, yolsuzluğun her kaptana değil, halihazırda güç veya ekonomik ayrıcalık sahibi olanlara fayda sağlama eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Toplumun her kesimine önemli yıkıcı etkiler bıraktığını söylemiştik. O kesimlerden biri de gençler. Türkiye’de gençlerin önemli bir kısmı maalesef geleceklerini liyakatin, fırsat eşitliğinin olmadığı, kendi iş ve imkan haklarının yolsuzluk çemberi içerisinde başkalarına verileceğini düşündükleri için yani gemilerini kurtaramayacakları, büyük parsayı kapan dev tankerlerin arasında ezilip gideceklerini düşündükleri için, yurt dışına gitmek istiyor ve yönünü yolsuzluğun, halkın yoksulluğuna neden olduğu coğrafyalara değil, Avrupa’ya çeviriyor.
İktidar yolsuzluk konusunda kendisine hangi deyimleri kılavuz ediniyor sizce? “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” olabilir mi? ‘Vatan’ derken üstüne çöktükleri kupon arazileri, ‘millet’ derken dolandırdıkları müşterileri, ‘devlet’ derken sanki kendi özel iştiraklerini düşünüyor gibiler değil mi? İktidarlarının sonunun geldiğini gördükçe de ikinci bir deyime sarılıyorlar: “benden sonrası tufan.” İktidarlarının sınırlı olduğunu anladıkça daha da fazla yolsuzluğa bulaşıyorlar. İşleyen, modern ve etkin olan İstanbul Atatürk Havalimanı’nı kapatıp, pistlerini yıktılar.
Özelleştirmelere, “yap-işlet-devret” yöntemiyle kendi yandaşlarına kazanç sağlamak için kullandılar. Bu yöntemle kendilerine yakın firmalara dolar ürerinden garantiler verdiler. Haksız kazanç sağladılar. İşsizlik bu kadar yüksekken kendi ‘adamlarının’ aynı anda birden fazla pozisyondan maaş almalarını sağladılar ve daha binlerce örnek verilebilir… Tüm bunlara bakınca öyle görünüyor ki iktidardan gittiklerinde tufana uğramış bir ülke bırakmakta beis görmüyorlar.
Fakat bu olası tufan kimseyi endişelendirmesin. Afetlerle mücadelede en önemli zaaf ihmaldir. İhmal ne kadar az olursa hasar da o kadar az olur. Dostlarımızla birlikte var edeceğimiz iktidarımız çok geç olmadan, çok çalışacak ve bu konuda asla taviz vermeyecek bir hükümet kurup, her kaptanın, her ailenin gemilerini güvenle yüzdürmelerini sağlayacak, yolsuzluk yılanının toplumu sokmasını engelleyerek geç olmadan ülkemizi tufandan en az yarayla kurtaracaktır. Bunun için uzun zamandır titiz bir çalışma içindeyiz. Temiz paranın ülkemize nasıl geleceğini ve tüm bu kirli işlerin nasıl temizleneceğini en üst kademeden deklare ediyoruz.
Yolsuzluk denizinde dibe yolculuk
Geçmişte AKP iktidarı Türkiye’yi dünyanın en zengin 10 ekonomi arasına sokacağını iddia ederdi, bu iddia bir yana, pratikleri, onların ülkeyi dünyanın en yolsuz ülkeleri listesinde dibe sürüklediğini gösteriyor. Şeffaflık Örgütü, ülkeler sıralamanın yanı sıra kamu yolsuzluğuna 0 ila 100 arasında bir değer veriyor ve bunu yolsuzluk skoru olarak adlandırıyor. Buna göre sıfıra doğru en yolsuz ülkeler, 100’e doğru ise en temiz ülkelere yaklaşıyorsunuz. Türkiye’nin yolsuzluk algısı puanı 2012 yılında 48 iken, son 10 yıl içinde hükümet bu puanı 38’e kadar düşürmüş, bizi en yolsuzlar listesine giderek yaklaştırıyorlar. Bütün bu dibe doğru gidişte “çalıyorlar ama çalışıyorlar” anlayışının etkisi de ne yazık ki büyük. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılına gittiğimizde ise bugün 180 ülke içinde 96’ncı sırada olan Türkiye’nin o günlerde bugünle karşılaştırılmayacak derecede yüksek olduğunu görüyoruz. O sıralar ülkemiz 64’üncü sırada yer alıyor. Dolayısıyla medyayı kontrol ederek yaptıkları bütün algı yönetimi çabalarına rağmen, AKP’nin istikrarlı bir ülkeyi daha yolsuz, refah paylaşımının adil olmadığı bir ülkeye çevirdiğini net biçimde görüyoruz.
OECD çatısı altında çalışan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından evrensel olarak belirlenen tavsiye kararları ve hedefleri, AKP iktidarı tarafından uygulanmadı. Bu nedenle FATF ülkemizi gri listeye aldı.
FATF ne için uyarıda bulunmuştu? Türkiye’de, kara para aklama ve terörizm finansmanı gibi konularda sınıfta kalıyor bu yüzden ciddi uyarılar yapmıştı. Gerekli önlemlerin alınmasını istemişlerdi fakat bu uyarılar duymazdan gelindi. Ülkemiz uluslararası arenada itibar kaybı yaşadı.
Kamu İhale Kanunu 200’e yakın kez değiştirildi. Sayıştay ve MASAK’ın denetim fonksiyonlarının zayıflatıldı. Teftiş Kurulları etkisizleştirildi. Türkiye Varlık Fonu denetim dışında bırakıldı. TBMM’ye dahi hesap vermeyen iktidarın bu tutumu yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet bir kural haline gelmiş oldu.
Uluslararası raporlarda yüz karası olmaya yemin etmişçesine bir çaba içinde olan iktidar ve yönetim anlayışı nedeniyle İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) Rüşvetin Önlenmesi Sözleşmesi’ne uyumu ölçen 2022 Yolsuzluğun İhracı raporunda Türkiye, bu yıl da, sözleşmeyle ilgili yasaları “az uygulayan/hiç uygulamayan” kategorisinde yer alıyor.
Siyaset sosyolojisi perspektifinden bakıldığında, yolsuzluğun seviyesi ve yaygınlığı ile bir ülkenin zenginliği arasında köklü bir ilişki var diyebiliriz. Kaynakların kıt ve yaşam koşullarının zor olduğu yoksul toplumlarda, tipik olarak yaygın yolsuzluk ve düşük düzeyde hesap verebilirlikle karşılaşırız. Afrika ve Orta Doğu’daki pek çok ülke bu eğilime örnek teşkil eder ve bu yaygın rüşvet ve dolandırıcılığın sıklıkla kamu hizmetlerini baltaladığı görülür.
Gelir dağılımındaki eşitsizliğin daha fazla olduğu yerlerde, yolsuzluk seviyeleri de daha yüksek olma eğilimindedir. Uluslararası kuruluşların araştırmaları da yolsuzluk düzeyi ile refah arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyor. Şeffaflık Örgütü’nün araştırmasına göre, küresel ihracatın toplam %28,7’sini oluşturan 9 zengin ülke rüşvet veren şirketlere karşı aktif olarak veya orta seviyede yaptırım uyguluyor. Küresel ihracatın toplam %55,3’ini gerçekleştiren 38 ülke ise yolsuzluğun ihracına karşı sınırlı ve az yaptırım uyguluyor ya da hiçbir yaptırım uygulamıyor. İhracat payı küresel ticaretinin yüzde 1’i olan Türkiye, yolsuzluğa karşı yaptırımları “az uygulayan ya da hiç uygulamayan” ülkeler arasında yer alıyor.
Yolsuzluk ve yoksulluk arasındaki bu bağlantı göz önüne alındığında, yolsuzluğun ortadan kaldırılmasının yoksulluğu da bertaraf etmeye doğrudan etki edeceği çok açıkça görünüyor.
Bu bağlamda çok önemli bir veriyi daha belirtmekte fayda görüyorum; Mart 2021’de yayımlanan Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) 2020 Raporuna göre de Türkiye, milletvekillerinin, hakimlerin ve savcıların tavsiyeleri yerine getirmesinde en başarısız ülkeydi. Burada şunu da hatırlatmak isterim. Yasama faaliyetlerine önem veren bir milletvekili olarak ülkede yaşanan bütün meselelere adalet penceresinden bakmaya çalışıyorum. Hukukçu bir milletvekili olmam ve TBMM Adalet Komisyonu üyesi olmam da buna katkı sunuyor elbette. Bu bakış açısıyla ülkedeki yolsuzluk ve yoksullukla ilgili gerek kanun teklifleri gerekse de araştırma önergeleri sunuyorum. Benim dışımda muhalefet milletvekillerinin de binlerce önergesi var bu konu hakkında. Fakat bu öneriler ne yazık ki iktidar tarafından vicdansızca reddediliyor. ‘Vicdan’ kelimesini özellikle kullandım çünkü önergelerimiz üzerine kürsü konuşmalarımızı yaparken bu tür konuların hassasiyetini göz önüne alarak iktidar milletvekillerinin vicdanlarına sesleniyoruz. Fakat bu çabamız karşılıksız kalıyor.
Yolsuzluğun kaynakları ve toplum üzerindeki etkisi
Bu sorunla gerçekten kökünden mücadele edebilmek için sadece semptomları değil, aynı zamanda yolsuzluk ve yoksulluğun altında yatan nedenleri de ele almalıyız. Bir toplumda yolsuzluğa katkıda bulunabilecek güç ve kaynakların yoğunlaşması, zayıf kurumlar ve hukukun üstünlüğü, yoksulluk ve cezasızlık kültürü gibi çeşitli faktörler var. Örneğin, siyasi veya ekonomik elitler güç ve servet üzerinde orantısız bir kontrole sahip olduklarında, başkalarının zararına olacak şekilde kendilerini veya ortaklarını zenginleştirmek için konumlarını kötüye kullanabilirler. Buna ek olarak, yönetişim kurumları zayıf olduğunda ve yolsuzluğu etkili bir şekilde düzenleyemediğinde, iktidardakilerin boşluklardan faydalanması ve sonuçlardan kaçması kolaylaşır.
Benzer şekilde yoksulluk da yolsuzluğun tabana yayılmasına katkıda bulunan önemli bir faktördür, zira bireyler hayatta kalmak için paraya ihtiyaç duyduklarında yolsuzluk yapmaya daha istekli olabilirler. Ancak bu eğilimlerin tamamen tek taraflı olmadığını da kabul etmek gerekir; sosyal ve siyasi açıdan ayrıcalıklı grupların dezavantajlı gruplara kıyasla yolsuz davranışlarda bulunma ihtimalinin daha yüksek olduğuna dair kanıtlar var.
Unutmayalım ki yolsuzluk genellikle bireylerin bu eylemlerinden sorumlu tutulamayacaklarını düşündükleri bir cezasızlık kültürü tarafından sürdürülür. Burada hukukun rolünün hayati değerde olduğu anlaşılıyor.
Yönetimin yolsuzluktaki rolü
Yolsuzluğun varlığında da yokluğunda da en önemli aktörü devlettir. Özel şirketler ve bireyler de yolsuzlukta rol alabilirler ancak, devlet yasa koyma ve yasayı uygulama gücünün yanı sıra ülke kaynaklarının bölüşülmesinde de başat rolü oynadığı için yolsuzluğun boyutlarını belirlemede en büyük rolü oynar. Bu anlamda yolsuzluğun esas kaynağı devleti idare edenlerdir.
Bu günlerde TBMM’de 2023 yılının bütçe görüşmeleri sürüyor. Bütçe ileriye ve geriye dönük incelendiğinde devletin kamu yararını ne kadar önemsediğini hızla anlayabiliyoruz. Geçmiş dönemler inceleniyor ki bu incelemeyi Sayıştay yapıyor, biz Sayıştay raporlarından kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığını yani yolsuzluk, usulsüzlük yapılmış mı bunu takip edebiliyoruz. Fakat belirtmek isterim ki denetim alanına giren kamu idaresi sayısı 3 bin 586. Fakat sadece 476’sı Sayıştay tarafından denetlenip raporu hazırlanıyor. Üstelik son yıllarda ne yazık ki Sayıştay bu denetimi yapmakta zorluk çekiyor çünkü kurumların üzerindeki siyasi baskılar şeffaflığı ve hesap verilebilirliği olağanüstü zedeliyor.
O nedenle bizim yolsuzluk, usulsüzlük ve kamu zararı diye bahsettiğimiz Sayıştay bulguları, var olan yolsuzluğun çok küçük bir kısmını bize gösterebiliyor.
Yolsuzluğun en önemli aktörü devlet ve devletteki yolsuzluğa yol açan en önemli aktör de devleti idare eden hükümettir dedik. Ancak, yolsuzluğun gündelik olarak yapılmasında bürokrasinin de önemli bir rolü var.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bürokrasi içinde her zaman belirli bir düzeyde yolsuzluk olmuştur. Ancak ülkemizde bürokraside yolsuzluğun yükselişe geçmesini sağlayan en önemli dönem 1983-1989 yılları arasındaki Turgut Özal hükümetleri dönemi olmuştu. Özal’ın “Benim memurum işini bilir” sözü bürokraside rüşvet ve yolsuzluğu en üst makamlardan meşrulaştırması ve teşvik etmesi bu anlamda bir milattır.
Ne yapmalı?
Toplumun önemli bir kesimiyle birlikte, CHP olarak de bu sinsi sorundan ve sıradan vatandaşlara verdiği zarardan derin endişe duyuyoruz. Bu sorunu ele alabilmek için, kayırmacılığın önüne geçerek, devlet ihalelerini denetlemek için sıkı standartlar oluşturarak tüm kademelerdeki yolsuzluğun kökünü kazımak konusunda kararlıyız.
Yolsuzlukla mücadele için ilk olarak devlet ve siyaset, yolsuzluğun meşru olmadığını ve cezasız kalmayacağını ortaya koyacak sembolik değeri de güçlü olan bazı adımlar atmak gerekiyor. Bu anlamda, toplum hafızasında yer edinmiş ve yolsuzlukla büyük güç ve kazanç elde etmiş, en önde gelen ve dokunulmaz görünen çevreler hukuk çerçevesinde hak ettikleri cezalara çarptırılarak yolsuzlukla ilgili genel havanın değiştirilmesi amaçlanmalı. Böylesi adımlar küçük çaplı yolsuzluk pratikleri engellemeye yönelik tedbirlerden daha öncelikli olarak ele alınmalı.
Yolsuzlukla mücadele için önemli adımlardan biri de hiç kuşkusuz basın ayağıdır. Basında çeşitlilik ve basın özgürlüğü sağlam biçimde sağlanmalı. Bilgiye erişim hakkı güvenceye alınmalı. Denetimler ve denetleyenlerin denetlenmesi şeffaf olmalıdır. Yolsuzlukla doğrudan yüzleşerek, toplumlarımız ve toplumlar üzerindeki sayısız olumsuz etkisiyle mücadele etmeye başlayabiliriz.
Hak, hukuk, adalet
Partimizin bu konuda çok net tavrı en üst kademeden ifade edilmişti. Hatırlayın,
Sayın Genel Başkanımızın kamuoyu ile paylaştığı İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde ifade ettiği; CHP iktidarında “Siyasi Ahlak Yasası.
Siyasi Ahlak Yasası ile amaçladığımız şey siyaseti kirlilikten arındırmak, vatandaşla siyasetçi arasındaki güveni yeniden inşa etmek.
Rekabet ve şeffaflığı sağlayacak şekilde yeniden düzenlenen Kamu İhale Kanunu sayesinde kamuda israf da bitecek kayırmacılık da.
Sayın Genel Başkanımızın ifadeleriyle; “Devletin bürokrasisini, siyaseti ve medyayı zehirleyen kara para, yolsuzluk ve rüşvet ile etkin bir şekilde mücadele edeceğiz. Yolsuzluklara ortak olanların hiçbirini devlette tutmayacağız, adaletle tanıştıracağız.”