
İkinci Yüzyıla Çağrı beyannamemizde, “Gelecek nesiller için Ekosistem Hakkı”nı anayasal güvence altına alacağımızın sözünü verdik.
“Ekosistem hakkının” içeriğini tartışmak, verdiğimiz sözü eyleme dökmeden önce önem içeriyor. Ekosistem hakkı iki perspektif üzerinden ele alınmaktadır. Birinci perspektifte, canlıların sahip olduğu haklar içerisinde yer alan, kuşaklar arası sorumluluk çerçevesinde korunması, kollanması, geliştirilmesi sağlanarak gelecek kuşaklara miras bırakılacak bir ekosistem içinde doğma, yaşama haklarını içeren bir hak olarak ele alınıyor.
İkinci perspektif ise ekosistemin kendisinin sahip olduğu haklardır. Ekosistem, canlı ve cansız varlıkların birlikte etkileşimde bulunarak oluşturduğu bir sistemdir. Ekosistemin yaşama, kirlenmeme, saygı görme gibi hakları bulunur.
Bizler için ekosistemi savunmak, ekosistemin içindeki canlının o ekosistemden medet umduğu hakların sıhhatini savunmak kadar ekosistemin kendisinin sahip olduğu hakları birlikte savunmayı da kapsıyor.
Ancak, güncel durumda, ülkemizde ve dünyada ekosisteme karşı işlenen suçlara ve haksız fiillere karşı mücadele eden, ekosistemi “dışsal” tehlikelere karşı savunan bir pozisyonda olduğumuzu da inkar etmemek gerekiyor. Ekosistemin kendi kendisini yaşatma, geliştirme haklarını kullanabilmesi adına; bu hakları kullanmasını engelleyen, kısıtlayan saldırılara karşı bir savunma hattı içerisindeyiz.
Çoklu krizler çağı olarak tanımladığımız bu çağda, ekolojik krizin boyutları ve yıkımları yukarıda bahsettiğim savunu-saldırı ilişkisinin içerisinde yaşanan çekişmenin boyut ve yıkımlarıyla orantılı halde.
AKP yönetimindeki Türkiye’de bu çekişme bir savaş haline dönüştü. Tek adam rejimi, doğanın da efendisi olmak istiyor. Sonsuz hırsla, kıtlığı daha da artırıyor. Oluşan ekonomik kriz ve yoksulluğun bir nedeni de buradan kaynaklı. Örneğin, Karadeniz Bölgesinde 5’li çete üyesi bir sermaye grubu için yeni bir proje üretiliyor ve deniz dolduruluyor, ormanlar kesiliyor. Konu ormanı korumaya geldiğinde ise manzara hiç öyle değil. Türkiye’de 27 Temmuz-12 Ağustos 2021 tarihleri arasında yaklaşık 240 bin futbol sahası büyüklüğünde ormanlık alan yandı. Kasım 2020’de iki ayrı Cumhurbaşkanı Kararı ile yaklaşık 6 milyon m2’ye orman alanı orman sınırları dışarısına çıkarıldı. Kamusal bir planlama yapılmadan, var olanı hemen tüketme mantığına dayalı enerji ve maden politikaları yürütülüyor. 5’li çete üyesi başka bir sermaye grubunun çıkarı için, zeytinlik alanları maden alanlarına çevriliyor, millete ise ulusal çıkar için yapıyoruz deniliyor. Maden firmaları birer temel istihdam kaynağı gösterilirken, madenciliğin sebep olduğu yıkım ve toplumsal maliyetler göz ardı ettiriliyor. Gayri safi milli hasılada tarımın, madencilikten çok daha fazla gelir getirdiği gerçekliğinin üzeri kapatılıyor. Kanal İstanbul projesi de aynı hırsın ürünü. AKP, yandaş gruplarının sonu gelmeyen arzusu yüzünden tamamen kendi sermaye birikimlerine odaklanmış, toplumun gerçek ihtiyaçlarından, doğadan yabancılaşmıştır. Sürekli yeni bir “ihtiyaç” pompalayarak doğayı, emeği tüketen projeler üretiliyor. Bu projeleri sorgulayanlar kalkınma, yatırım karşıtları olarak gösteriliyor. Sonrasında ise ekosistem hakkının savunusuna dair toplumsal çekişmeler doğuyor.
Teknoloji ile çevresel yıkımların önlenebileceğini düşünen AKP, kendi projelerini bir istihdam ve büyüme fırsatı olarak sunuyor. Bu projelerin yıkımları nedeniyle suyundan, toprağından, tohumundan, ekmeğinden, emeğinden, yerinden yurdundan edilecek kimseleri bilgi sahibi olmamakla, önyargıyla hareket ediyor olmakla itham ediyor. Oysaki, toplumsal çekişmenin temelinde şu üç sebep yatıyor:
•Projenin yaratacağı toplumsal fayda ile toplumsal zenginliğin ortak bölüşüme tabi tutulmaması, sebep olduğu toplumsal maliyetlerin ise göz ardı edilmesi.
•Ekosisteme zarar veren vahşi uygulamalar ve denetimsizlik ortamı.
•Şeffaflık ve katılımcılık politikalarının olmaması.
Yeşil mutabakat, yeşil kalkınma, iklim krizi ile mücadele çalışmaları da bu mantalite ile devam ettiriliyor. Asla gerçek muhatabını sürece katmayan, tamamen ticaret ilişkilerini girdiği çıkmazdan kurtarmanın yollarını arayan bir hat içerisinde. İsmindeki yeşil dışında, doğayla başka bir ilişkisi ve derdi bulunmayan bir süreci izliyoruz. Hal böyleyken toplumun büyük bir çoğunluğu Kanal İstanbul’a neden ihtiyacımız olduğunu anlayabilmiş değildir. Vatandaş geçilmeyen köprüye neden ücret ödediğini anlayabilmiş değildir. Ancak, Kanal İstanbul nedeniyle yok olacak sulak alanın, tarım alanının, doğal alanların ne anlama geleceğini herkes çok iyi biliyor. Kendilerini döviz bozmaya sevk eden AKP’nin alım garantilerini dolar ya da euro üzerinden ödemesinin çelişkisini sorguluyor. Biliyor da.
Ve elbet, bildiklerini söyleyebilecekleri, okuyabilecekleri, uygulayabilecekleri bir ülke, dahası bir dünya her zaman mümkündür.