Yerel Demokrasinin Kayyum ile İmtihanı: “AKP Tipi” Belediye Anlayışı

HÜSEYİN CAN GÜNER

Türkiye’de demokratikleşme tartışmalarında başı çeken ve İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde de özel olarak dile getirilen konular arasında, yeni bir Merkez-Yerel dengesi kurulması, bu çerçevede kayyum uygulamalarına son verilip, seçimle gelen belediye başkanlarının ancak seçimle görevden gitmelerinin güvence altına alınması yer almaktadır. Gerçekten de son birkaç yıldır yerel yönetimler başta olmak üzere yurttaş iradesi görmezden gelinmekte, katılımcılık ötelenmekte, Cumhuriyetin tüm kazanımlarına ve demokratik teamüllere aykırı şekilde tek bir kişinin istek ve iradesi ile ‘kayyum’ atamaları gerçekleştirilmektedir. Bu bakımdan devralınacak enkaz ve onarılacak tahribat çarpıcı bir boyut almıştır.

Kayyum atamaları, Türkiye’nin son beş yılında sık karşılaşılan ve olağanlaştırılan uygulamalar içerisinde önemli bir yer ediniyor. İlk günlerde ‘kayyım’ mı ‘kayyum’ mu diye tartışılsa da, kısa sürede her iki kullanımın da doğru olduğu anlaşıldı ve belediyelerden üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarından şirketlere pek çok kuruma kayyum atandığı haberleri ile güne başlar hale geldik. Önceleri FETÖ ile iltisaklı kabul edilen şirketlere kayyum atandı, 15 Temmuz sonrasında dernek ve vakıflarla bu işleyiş devam etti. Bu atamalar her ne kadar yasal görünse de, hukuki olup olmamaları hep tartışıldı. Bunun sebebi de, iktidarın kayyum atamalarını bir sopa gibi muhaliflere karşı kullanma tehdidiydi. Öyle ki, yıllardır yönetimi değiştirilemeyen Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği’ne (MESAM) dahi 2018 yılında kayyum atandı, bu karar tekrarlandı ve aradan geçen üç yılın ardından MESAM yönetiminin 2021’de iktidara yakın ‘sanatçıların’ eline geçmesi sağlandı.

16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği sonrasında üniversitelere rektör atama sisteminin değiştirilmesi ve rektör atamalarının tamamen Cumhurbaşkanının inisiyatifine bırakılması ile bu sistemle atanan rektörler kamuoyunda ‘kayyum’ olarak kabul edilse de, bu öğrenci ve akademisyenler başta olmak üzere kamuoyunun bir yakıştırması, sistem eleştirisiydi.

Kayyum atamaların en can alıcı şekilde uygulandığı ve hukuka uygunluk dışında, yasaya uygunluğunun dahi tartışmalı olduğu alan ise belediyeler oldu. Belediye başkanlığının boşalması halinde ne yapılacağı, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45 ve 46. Maddelerinde öteden beri yazılıydı. Buna göre belediye meclisinin bir araya gelerek, bir başkan ya da başkanvekili seçmesi, bu seçiminin herhangi bir nedenle gerçekleştirilememesi halinde ise Büyükşehir ve illerde İçişleri Bakanı, ilçelerde ise Vali tarafından görevlendirme yapılması öngörülmekteydi. Bu sistem de eleştiriye açık olmakla birlikte, bugüne kadar ağır aksak da olsa işlemiş, bir belediye başkanının ölüm dışında görevden ayrılması ancak bir mahkeme kararına bağlanmış ve yerine seçilecek kişinin de belediye meclisi tarafından belirlenmesi kuralı düzenlenmişti.

Ancak, 15 Temmuz darbe girişiminden tam bir ay sonra, 15 Ağustos 2016 tarihinde yayınlanan 674 sayılı KHK ile; belediye başkanı, başkanvekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçlarından dolayı görevden uzaklaştırılması ya da tutuklanması halinde İçişleri Bakanı ya da Vali tarafından belediye başkanı, başkanvekili ya da meclis üyesi görevlendirileceği düzenlenmiş; ayrıca bu fıkra hükümlerine göre belediye başkanı ya da başkanvekili görevlendirilen belediyelerde belediye meclisinin, başkanın çağrısı olmadıkça toplanamayacağı, Meclisin, encümenin ve komisyonların görev ve yetkilerinin encümen üyeleri tarafından yürütüleceği belirtilmiştir. Kanuna önce KHK ile eklenen bu düzenlemenin daha sonra TBMM’de aynen kabul edilmesi üzerine, aynen kabule dair Kanunun Anayasa aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açılmışsa da, diğer pek çok konuyu gündeme alarak karara bağlayan Anayasa Mahkemesi, doğrudan demokratik yaşamı etkileyen ve oldukça sık uygulanan bu düzenlemeyi gündemine alamamıştır.

Her ne kadar kamuoyunda daha çok belediye başkanlarının görevden alınması ve yerlerine kayyum atanması kısmıyla tartışılsa da, önce kanun kuvvetinde kararname ile getirilen ve OHAL sonrasında TBMM’de yasa halini alan düzenlemenin asıl garabet yanlarından biri de, bu belediyelerde meclisin toplanamamasıdır. Kanun hükmüne göre bu belediyelerde başkanın çağrısı olmadıkça belediye meclisleri toplanamıyor, belediye başkanının görevini ise encümen üyeleri, yani görevlendirilen belediye başkanvekili ve bu başkanvekilinin atadığı memurlar yerine getiriyor. Oysa bu belediye meclis üyeleri hukuken görevlerine devam ettikleri gibi neredeyse hiçbirinin hakkında soruşturma dahi bulunmuyor. Ancak siyasi iktidarın getirdiği ucube düzenleme ile, ‘aman bir araya gelir de bir başkan seçerler’ vehmi ile meclisin toplanması engelleniyor ve kayyumun sürekliliği de bu yolla sağlanıyor. Her ne kadar ilgili düzenlemenin iptali için yapılan başvuru Anayasa Mahkemesi’nde görüşülme sırasını beklemekteyse de, beldelerindeki halkın temsilcisi olarak seçilen ve haklarında, görevden alınan belediye başkanında olduğu gibi bir iddia ve isnat dahi olmayan belediye meclis üyelerinin de daha çok seslerini çıkarmaları ve konuyu güçlü sesle gündeme taşımaları önemli.

Bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı, derece mahkemelerde de çeşitli vesilelerle tartışılabiliyor. Örneğin; kayyum atanan Urla Belediyesi’nin üyesi olduğu işveren sendikasından ayrılması yönünde Belediye Başkanvekili ve iki memur üye tarafından ‘’Belediye Meclis Kararı’’ şeklinde alınan bir kararın iptali istemiyle idari yargıda açılan davada, azlık oyu kullanan mahkeme başkanı; Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Anayasa hükümlerine atıfla, ‘Belediye Meclisinin başkanın çağrısı olmadıkça toplanamayacağı ve görevlerinin encümenin memur üyeleri tarafından yürütüleceğine’’ dair kısım yönünden Anayasa’ya aykırılığı ciddi bulmuş ve itiraz yoluyla yüksek mahkeme önüne götürülmesi gerektiğini savunmuştur. Gerçekten de, Türkiye’nin 1988 yılında çekinceyle de olsa imza koyduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na göre yerel makamların ‘‘doğrudan, eşit ve genel oya dayanan gizli seçim sistemine göre serbestçe seçilmiş üyelerden oluşan ve kendilerine karşı sorumlu yürütme organlarına sahip olabilen meclisler veya kurullar’’ eliyle yönetilmesi öngörülmüşken ve ilk belediye seçimlerinin yapıldığı 1930 yılından bu yana belediye meclisleri gerçeği söz konusuyken, tüm bu birikimin bir kenara bırakılarak halkın oyuyla seçilmiş ve hukuken görevlerini yapmaları önünde hiçbir engel bulunmayan başkanların ve meclis üyelerinin fiilen görevden azledilmesi ciddiyetle üzerinde durulması ve mücadele verilmesi gereken bir alan.

Her ne kadar başka bazı yerler de birkaç örneği yaşansa da, AKP iktidarının bu düzenlemeyle asıl muradının HDP tarafından kazanılan belediye yönetimlerini ele geçirmek, genelde yaşadığı siyasi acının hırsını yerelde çıkarmak olduğu apaçık ortada. Seçtikleri diğer siyasi aktörlerin de büyük oranda cezaevi tehdidi ya da gerçekliği ile yüz yüze kaldığını gören Kürt seçmen için bu durum büyük bir kırılma noktası yaratmaktadır. Anayasal güvencesi bulunan yerel seçimlerde halk tarafından seçilen yerel yöneticileri görevden uzaklaştırmak, aslında Kürt seçmenin vatandaşlık aidiyetini de günden güne koparmakta, yurttaşlık haklarını ellerinden almaktadır.

Demokrasinin de, özgürlüğün de, eşitliğin de yerelden başladığı gerçeğinden hareketle Türkiye’nin bu tablo karşısında birlik olması ve yerelden başlayarak demokratik hakları, kurumları ve gelenekleri kurtarması elzemdir. Bu açıdan CHP lideri Kemal KILIÇDAROĞLU’nun İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde dile getirdiği ‘‘kayyum uygulamalarına son verilmesi ve seçimle gelen yerel yöneticilerin, ancak seçimle görevden uzaklaşmalarının güvence altına alınması’’ çağrısı herkesçe sahiplenilmelidir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: