Siyasi Partilerin Kapatılması

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 11. Maddesi toplantı ve dernek kurma özgürlüğü hakkından söz eder. Ama siyasal parti kurma hakkından söz etmez. 11. Maddenin siyasal partilere de uygulanması içtihat yoluyla gerçekleşti. Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) v. Türkiye kararında (1998) AİHM Büyük Dairesi, siyasal partilerin işleyen bir demokrasi için vazgeçilmez kuruluşlar olduklarını ve demokrasinin sözleşme sistemindeki önemini göz önünde tutarak 11. Maddenin siyasal partileri de kapsadığına karar verdi.
Gene TBKP kararında AİHM, siyasal partilerle demokrasi arasındaki yakın ilişki nedeniyle, 11. Maddenin 2. Paragrafındaki sınırlamaların dar uygulanması ve son derece zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasal partilere sınırlama getirilmemesi gerektiğini söyledi.
TBKP, isminde “komünist” sözcüğü olması ve programındaki “Kürt ve Türk halkları”, “Kürt problemine bulunacak bir çözümün Kürtlerin serbest iradesine dayanması gerektiği” gibi ifadelerin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı görülmesi nedeniyle faaliyete geçmeden AYM tarafından kapatılmıştı. AİHM’in, TBKP’nin kapatılmasının 11. Maddenin ihlali olarak gören kararı, AİHS ile demokrasi arasındaki ilişkiyi açıklaması bakımından mahkemenin içtihadında önemli bir yere sahip.
AİHM’e göre, demokrasi Sözleşme’de öngörülen ve Sözleşme ile uyum içinde olan tek siyasal modeldir. Sözleşme’nin önsözü bunu belirtir, Sözleşme’deki haklara devletin müdahalesi incelenirken kullanılan ölçüt, müdahalenin “demokratik bir toplum için gerekliliği”dir. Çoğulculuk olmadan demokrasi olamaz. O nedenle farklı düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesi gerekir. Demokrasinin temel bir özelliği, ülkenin sorunlarının diyalog yoluyla çözümlenmesine olanak tanınmasıdır. Dolayısıyla, bir siyasal partiyi, halkın bir bölümünün sorunlarını, bir çözüm bulmak amacıyla, kamuoyunda tartışmak istiyor diye kapatmak haklı görülemez.
1965’den bu yana Türkiye’de, 25 parti kapatıldı. Bunlardan 6’sı, 1961 Anayasası’na, 19’u da 1982 Anayasası’na aykırılık nedeniyle kapatıldı. Bu kapatma kararlarının 5’i laikliğe aykırı, 20’si ise devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı faaliyetlerinden kaynaklanıyor.
AİHM, Türkiye’de kapatılan siyasal partilerle ilgili olarak 7 karar verdi. Bu kararlardan 6’sında Sözleşme’nin 11. Maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardı. Bunun yanında birçok kararda, siyaset yasağı nedeniyle seçme ve seçilme hakkının da ihlal edildiğine karar verdi. İhlal bulmadığı tek dava Refah Partisi davası.
Bundan da anlaşılacağı gibi, siyasal partilerin kapatılması konusunda AİHM ile Türkiye’deki uygulamalar arasında bir temel uyuşmazlık söz konusu. Bu uyuşmazlık kısmen Türkiye’deki yasalardan, kısmen de AYM’nin demokrasi anlayışından ve bu anlayışa dayanan yorumlarından kaynaklanmakta.
TBKP kararında da belirttiği gibi, AİHM’in siyasal parti kapatma kararlarındaki temel ekseni demokrasi ve siyasal partilerin demokrasinin işleyişinde sahip oldukları önemli işlev. AİHM’in demokrasi anlayışı çoğulculuk ilkesine dayanıyor. Siyasal partilerin şiddet ya da şiddete teşvik içermeyen her türlü önerisine demokratik bir toplumda yer var.
İfade özgürlüğü davalarında yer verilen, “ifade özgürlüğünün sadece lehde ya da zararsız olan ifadeleri değil, aynı zamanda devleti ya da toplumun bir bölümünü incitici, şok edici ifadeleri de kapsadığı, bunların çoğulculuğun, hoşgörünün, açık fikirliliğin gereği olduğu, bunlar olmadan demokratik bir toplum olamayacağı” yolundaki ilkeler siyasal partiler için de geçerli.
Oysa, Anayasa’nın 68. Maddesi ya da Siyasal Partiler Yasası’nın 78, 80 ve 81. Maddeleri AİHM’in demokratik çoğulculuk ilkesiyle bağdaşmamakta. Anayasa 68. Maddedeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ifadesi, AYM’nin parti kapatma kararlarına egemen olan ilke. 1970’den bu yana 13 siyasal parti bu ilkeye aykırı bulundukları için kapatıldı.
Anayasa’nın 68. maddesindeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”, Siyasal Partiler Yasası’nda daha ayrıntılı olarak ifade edilir. Yasa’nın 80. Maddesine göre, “siyasi partiler Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı Devletin tekliği ilkesini değiştirmek amacını güdemezler.” 81. Maddeye göre ise siyasal partiler, azınlık yaratamazlar, tüzük ve programlarında açık ya da kapalı salon toplantılarında Türkçeden başka dil kullanamazlar.
AYM bu yasakları geniş yorumlamakta ve devletin, Anayasa’da belirtilen yapısına aykırı görüşleri ileri süren siyasal partileri kapatmakta.
Sosyalist Parti’nin kapatılma nedeni programında “Kürt ulusu” ve “Türk ulusu” diye iki ayrı ulustan söz etmesi, bir azınlık yaratması ve bir Kürt-Türk federasyonu kurulmasını önermesiydi. Böyle bir federasyon önerisi, AYM’ye göre ulusun birliği ve devletin bütünlüğüyle bağdaşmazdı.
AİHM ise Sosyalist Parti kararında (1998) çoğulculuk ilkesinin altını çizer. AİHM’e göre parti programının devletin yapısına ve temel ilkesine aykırı olması, onun demokrasiyle bağdaşmadığı sonucunu doğurmaz. Demokrasinin temelinde farklı siyasal programların önerilmesi ve tartışılması yatar. O nedenle partinin kapatılması demokratik bir toplumun gerekleriyle bağdaşmaz.
Halkın Emeği Partisi’nin AYM tarafından kapatılması da Türk ulusunun birliğini, “Kürt” ve “Türk” ayrımını yaparak bozması ve devletin bütünlüğüne aykırı tutumları ortaya koyması nedeniyle HEP’in kapatılmasına yol açan söylemler arasında Kürtlerin kendi kaderini kendi tayin etme (self-determination) hakkından ve kendi dilinde eğitim hakkından söz etmesi de var.
AİHM, partinin kapatılmasının Sözleşme’nin 11. maddesini ihlal ettiğine karar verirken, bu iki konunun demokrasinin temel ilkeleriyle çelişmediğini, bu konulardan söz edilmesi terörizmi desteklemek olarak yorumlandığı takdirde, demokratik bir tartışma ortamında ele alınmaları olanağının ortadan kalkacağını ve bu konulara desteğin, silahlı hareketlerin tekelinde kalacağını ileri sürdü.
AİHM ile AYM’nin üzerinde anlaştıkları tek parti kapatma davası Refah Partisi davası. Bu davada iki yargı organının dayandığı gerekçeler farklı olsa da vardıkları sonuç aynı. Örneğin, AYM, kapatma kararında AİHS 17. Madde (Sözleşme’deki hakların, hakları ortadan kaldırma amacıyla kullanılamayacağı) üzerinde dururken, AİHM kararını salt 11. Maddeye dayandırır.
Refah Partisi Kararı’nda (2003), AİHM Büyük Dairesi bir siyasal partinin, devletin anayasal düzenini ya da yasalarının değiştirilmesini ileri sürebileceğini ancak bunun için iki koşulun bulunması gerektiğini, birincisi başvuracağı araçların yasal ve demokratik olması, ikincisi önerilen değişikliğin demokrasinin temel ilkelerine uygun olması gerektiğini söyledi.
Refah Partisi’nin kapatılması davasında, AİHM Türkiye bağlamında laiklik ilkesinin önemini vurguladı. “Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı en temel ilkelerden biridir. Bu ilke, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkeleri ile uyum içindedir. Laiklik ilkesine aykırı davranışlar, sözleşmenin din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin 9. Maddesi tarafından korunmaz” dedi.
Refah Partisi davasında AİHM şu hususları inceledi:
I. Demokrasiye yönelik bir tehdit varsa, bu ne kadar yakın?
II. Refah Partisi’nin kapatılmasına yol açan parti ileri gelenlerinin konuşmalarından parti sorumlu tutulabilir mi?
III. Bu konuşmalar bir bütün olarak ele alınırsa, partinin önerdiği bir toplum modeli ortaya çıkıyor mu? Bu model “demokratik toplum” kavramı ile bağdaşıyor mu?
AİHM, Refah Partisi liderlerinin konuşmalarında vurguladıkları, bireylerin inançlarına göre farklı hukuk sistemlerine tabi olmaları, şer’i hukuk düzeninin yürürlüğe konulması gibi görüşlerin demokrasi ile bağdaşmadığı sonucuna vardı.
AİHM, kararında Refah Partisinin tek başına iktidara gelmesi durumunda bu görüşlerini uygulamaya koyma olanağını bulacağını, o nedenle Anayasa Mahkemesi’nin bunu beklemeden partiyi kapatmasının doğru olduğunu belirtti. Kararda ayrıca konuşmaların RP’nin sorumlu yöneticilerince yapıldığının, dolayısıyla partiyi bağlayıcı nitelik taşıdığı, bu konuşmalar bir bütün olarak ele alındığında, dinsel kurallara göre örgütlenmiş bir toplum ve devlet modeli ortaya konulduğu ifade edildi.
Şiddete başvurma konusunda ise, AİHM, RP liderlerinin, şiddete başvurmayı reddetmediklerini göz önünde bulundurdu. Bu gerekçelerle AİHM oy birliği ile RP’nin kapatılmasının sözleşmeyi ihlal etmediği sonucuna vardı.
Bu bağlamda AİHM’in Herri Batasuna ve Batasuna / İspanya Kararı’na (2009) değinmek gerekir. Bask bölgesindeki bu iki partinin kapatılmasının AİHM tarafından Sözleşme’ye uygun bulunması, “Türkiye’de terörü kınamamak bile partinin kapatılması için yeterlidir” şeklinde yorumlandı. Oysa bu yorum doğru değil.
AİHM, Batasuna kararında büyük ölçüde Refah Partisi kararına dayanır. RP kararındaki bir siyasal partinin, devletin anayasal yapısını değiştirmeyi önerebileceğini, ancak bunun için hem kullanılacak araçların, hem de önerilen amacın demokrasiye uygun olması gerektiği ilkesini yineler. Demokrasiye tehdit oluşturan bir siyasal partinin kapatılması için iktidara gelmesinin beklenemeyeceğini söyler.
Henri Batasuna partisinin kapatılmasını sadece terörün kınanmamasına bağlamak doğru değil. Ulusal Mahkemelerin kararlarında partinin kapatılması gerekçesi olarak gösterilen 18 olay var. Terörün kınanmaması bunlardan biri. AİHM, partinin kapatılmasına yol açan beyan ve eylemleri iki grupta toplar: Toplumsal çatışma ortamı yaratmaya yönelenler ve terörizmi destekleyenler. Bu eylem ve beyanların şiddeti desteklediği sonucuna varır.
Gerçekten partinin kapatılmasına yol açan eylem ve beyanlar arasında şiddeti açıkça destekleyenler var. Zaten parti yöneticileri bunu inkâr etmiyor. Örneğin, Batasuna’nın bir sözcüsü, 2002 yılında “ETA’nın öldürmeyi durdurması yolunda bir talepleri olmadığını” söylüyor.
Aynı yıl partinin başka bir sözcüsü, “yasaların sınırları içinde ya da dışında mücadele etmeye devam edeceğiz.” diyor. Santa Pola kentinde iki kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı kınamayı reddediyorlar. Batasuna’nın Bask Parlamentosu’ndaki temsilcisi “ETA’nın devlete karşı mümkün olan her türlü mücadeleye başvuracağını” belirtiyor.
AİHM, bütün bunlar bir bütün olarak ele alındığında, partinin şiddete başvurmayı reddetmediğini, demokratik toplum kavramıyla bağdaşmayan bir toplum modeli ortaya koyduğunu, bu nedenle partinin kapatılmasının orantılı bir önlem olduğu ve Sözleşme’yi ihlal etmediği sonucuna varır.
Bazı çevrelerin Batasuna kararına özgü önemli olguların neredeyse tamamını göz ardı ederek, kendilerine işlevsel açıdan yarayacak bir yorumu yapmaları ve “parti kapatmalar, AİHS’e uygun” şeklinde yanlış bir sonuca ulaşmaları, hukuku manipülasyon aracı olarak kullanmak istemelerinden kaynaklanıyor.
Ayrıca Tanıl Bora’nın da belirttiği gibi, Batasuna kararından söz ederken ve bu kararı Türkiye’deki parti kapatmalarını meşrulaştırmak için kullanırken Türkiye ile İspanya arasındaki bir dizi farkı göz önünde tutmak gerekir. İspanya’da Bask bölgesinde özerk bir yönetim geçerli. Bask resmi binalarında AB ve İspanya bayrakları yanında Bask bayrağı asılı. Baskça, İspanyolcanın yanında resmi dil ve eğitim dili olarak kullanılıyor. Bölgede çalışan memurların Bask dilini bilme zorunluluğu var. Batasuna kararını bu farklı zeminde değerlendirmek gerekir.
Terörü kınamamak nedeniyle parti kapatılması konusunda AİHM’in tutumu, Demokratik Toplum Partisi (DTP) davasında daha belirgin bir biçimde ortaya çıkar.
DTP’nin kapatılma nedenleri arasında, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un PKK’nın eylemlerini kınamayacaklarını beyan etmeleri de var. AYM kapatma kararında şöyle demekte: “Demokratik düzende, terör eylemlerine karşı siyasi duruşunu belirlemeyen, suçu ve suçluları kınamayan bir partinin varlığı hoşgörüyle karşılanmaz. Hukuk devletine aykırı eylemleri ilgili parti organlarınca kınanmadığı ortamda davalı Parti’nin demokratik sisteme zarar vermesinin önüne geçilmesi anayasal zorunluluk halini almıştır.”
AİHM İkinci Dairesi, 12.01.2016 tarihli kararında DTP’nin programı ve amaçları dikkate alındığında, demokratik toplum anlayışıyla bağdaşmayan bir siyasal projenin bulunmadığını saptadıktan sonra, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un PKK’nın eylemlerini kınamamalarına değindi. Ahmet Türk, AYM’deki savunmasını terörizmi açıkça kınamak durumunda seçmenleri üzerindeki tüm etkisini yitireceğini belirtmişti. DTP AYM’de yaptığı savunmada ise şöyle demekte: “Aslında neden DTP’nin PKK için terörist demesinde ısrar edildiğinin ahlaki, hukuki, vicdani bir açıklaması yoktur. DTP, terörist dediğinde terör bitecek midir? DTP, çocukları dağda olan ailelerin oylarını almıştır kuşkusuz. Bu neyi gösterir? Sayın Başsavcı’nın iddia ettiği gibi PKK ile özdeşliğini mi yoksa o ailelerin çocuklarının dağdan indirilmesi için siyasi çözüm bulun diye DTP’ye umut bağladıklarını mı?”
Bu savunmayı AYM’nin yeterli görmemesine karşın, AİHM inandırıcı bulmuştur. AİHM kararında şunu belirtmekte: “A. Türk ve A. Tuğluk’un beyanlarından PKK’yı terörist olarak nitelendirmekten kaçındıkları da anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kendi bağlamında ortaya konulan bu tür bir tutum, mutlaka, açıkça şiddeti destekleme anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda Mahkeme, özellikle başvuran parti yöneticilerinin Kürt sorununa barışçıl çözüm getirilmesi amacıyla partilerinin oynamak istediği arabuluculuk rolünü vurgulayan gerekçelerini dikkate almaktadır.” AİHM, DTP’nin demokratik toplum anlayışıyla bağdaşmayan bir siyasi proje ileri sürmediği, şiddeti desteklemediği gerekçesiyle partinin kapatılmasının 11. Maddeyi ihlal ettiği sonucuna vardı. Ayrıca başvuranların milletvekillerinin düşürülmesinin seçme ve seçilme hakkını ihlal ettiğine karar verdi. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’a 30’ar bin Euro tazminat ödenmesine hükmetti.
Bundan da anlaşılacağı gibi, AİHM’in, terörü kınamamasının bir siyasal partinin kapatılmasına yol açacağı gibi ilkesel bir tutumu yok. Davanın koşullarına, bağlamına göre karar veriyor. Nasıl ki AİHM, DTP kararında, AYM’i “Türkiye’de şiddete son vermeyi hedefleyen süreçte DTP’nin arabulucuk rolü oynamak istediği argümanına herhangi bir önem atfetmeksizin, tarihsel ve siyasal bağlamlarından ayrı tutması” nedeniyle eleştirmekte.
2001 Anayasa Değişiklikleriyle siyasal partilerin kapatılması güçleştirildi. Kapatılma için anayasaya aykırı eylemlerin odak noktası haline gelmesi koşulu Anayasa 69. Maddeye eklendi. “Odak haline gelme” tanımlandı. Temelli kapatma yerine devlet yardımından kısmen ya da tamamen yoksun bırakma gibi bir ara yaptırım öngörüldü. Ancak uygulamalar, bütün bu önlemlerin yetersiz kaldığını göstermekte.
Venedik Komisyonu’nun Türkiye’deki parti kapatmaları hakkında yazdığı Mart 2009 tarihli raporu, sistemdeki aksaklıkları işaret etmesi ve çözüm yollarını göstermesi bakımından önemli bir belge.
Raporda, Venedik Komisyonu önce Avrupa’daki standartları belirliyor. Buna göre, Avrupa’daki uygulamaya egemen olan ortak anlayış siyasal partilerin kapatılmaması yolunda. Pek çok devletin anayasasında parti kapatmaya ilişkin hüküm yok. Parti kapatmaya anayasa ya da yasalarında yer veren ülkelerde ise kapatma kararının eşiği çok yüksek. Ancak son derece istisnai ve gerçekleşmesi güç koşulların varlığı durumunda parti kapatılıyor. Uygulamada da kapatılan parti sayısı çok az. Örneğin, Anayasasında parti kapatmaya ilişkin hükümler içeren Almanya’da, Anayasa Mahkemesi bir siyasal partinin sadece demokrasi karşıtı görüşleri nedeniyle kapatılamayacağı, kapatmak için demokratik düzeni ortadan kaldırmak gibi sabit bir amacın bulunduğunun kanıtlanması ve bunun için hazırlanmış bir plan çerçevesinde ısrarlı bir biçimde eylemler yaptığının gösterilmesi gerektiğini söyler.
Türkiye’deki parti kapatma yöntemlerine ilişkin olarak Venedik Komisyonu şu eleştirileri getirir:
- Kapatma Kriterleri: Anayasa’nın 68/4 maddelerinde sayılan siyasal partileri kapatma nedenleri, hiçbir Avrupa Anayasasında görülmedik uzunlukta. Bu liste 8 kriteri içermekte. Buna, Siyasal Partiler Yasası’ndaki azınlık yaratmak gibi yasaklar da eklenince liste daha da uzuyor. Bu kriterler, barışçı yollardan da olsa devlet yapısının değiştirilmesini öneren her partinin kapatılmasına yol açabilir. Ayrıca, parti kapatma kriterleri arasında orantılılık da yer almıyor.
- Kapatma Usulü: Siyasal partilerin kapatılma sürecinin başlatılması, Anayasa’nın 69. Maddesiyle Yargıtay Başsavcısı’na bırakılmış. Oysa, ülkenin siyasal yaşamının üzerinde büyük etkileri olacak böyle bir karar adi bir suç gibi, salt bir hukuksal sorun olarak görülüp Başsavcının takdirine bırakılamaz. Başsavcı’nın kararının, parti kapatılmasının sonuçlarını siyasal bakımdan değerlendirecek siyasal denetime tabi olması gerekir. Avrupa’da da parti kapatma sürecinin başlatılmasını Başsavcı’nın takdirine bırakan başka ülke yok.
- Uygulama: Avrupa’dan farklı olarak Türkiye’de siyasal partilerin kapatılması olağanüstü bir önlem olarak görülmüyor. Anayasal sistemin bir parçası olarak değerlendiriliyor. O nedenle kapatılan partilerin sayısı, Avrupa’dakilerle kıyaslanmayacak kadar yüksek.
Venedik Komisyonu, yukarıdaki sakıncaları ortadan kaldırmak için Anayasa’nın 68/4 maddesindeki parti kapatma kriterleri listesinin gözden geçirilerek kısaltılmasını, Yargıtay Başsavcısı’nın kapatma sürecini başlatma kararının demokratik denetime tabi olmasını, kapatma kararları verilirken orantılılık kriterinin göz önünde bulundurulmasını öneriyor.
Türkiye’de yeni bir anayasa hazırlama çalışmaları çerçevesinde siyasal partilerin kapatılması rejiminin de gözden geçirilmesine gereksinim var. Bu bağlamda Venedik Komisyonu’nun raporunun ve rapordaki tavsiyelerin dikkate alınması yararlı olur.
En son HDP’nin kapatılmasıyla ilgili olarak Yargıtay Başsavcısı’nın hazırladığı iddianame ve bunun AYM tarafından reddedilmesi konuyu yeniden güncelleştirdi. HDP’nin kapatılmasının, siyaset alanında yaratacağı boşluk yanında Kürt sorununun barışçı çözümü bakımından doğuracağı olumsuz sonuçlar, Yargıtay Başsavcısı’nın kapatma sürecini başlatma kararının siyasal bir denetime tabi olması gerekliliğini bir kez daha ortaya koydu. AYM’nin iddianameyi reddetmesinde bu siyasal düşüncelerin ne denli bir rol oynadığını bilemeyiz. Ancak Anayasa’nın sınırları için hareket etmek zorunda olan bir yargı organının, en üst mahkeme de olsa, parti kapatmanın siyaset alanında doğuracağı çalkantıları dengeleyecek makam olamayacağı açık.