Türkiye’de Toplumsal ve Barış ve Huzur

YUNUS EMRE

Cumhuriyet Halk Partisi olarak son kurultayımızda kabul ettiğimiz İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi Cumhuriyetimizin ilk yüzyılından ikinci yüzyılına geçerken nasıl bir Türkiye istediğimizi ortaya koyan temel bir metin oldu. Bu metnin ikinci maddesinde Türkiye’nin toplumsal barış ve huzurunun önündeki engelleri üç başlık altında ele aldık ve bu alandaki çözüm önerilerimizi ortaya koyduk. Bu kısa yazıda bu alanlarda Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu durumu tartışacağım.

Beyannamenin ikinci maddesinde “Başta Kürt sorunu olmak üzere, tüm toplumsal sorunlarımız demokrasi temelinde ve TBMM’nin öncülüğünde çözülecek; Türkiye’nin tam bağımsızlığı, demokrasisi ve üniter yapısı güçlendirilecektir” diyoruz. Kürt sorunu başta olmak üzere ülkemizin karşı karşıya bulunduğu meselelerin çözümünde demokrasi ve TBMM öncülüğü vurgusunun altını çizmek gerekiyor. Ak Parti iktidarının geçmiş dönemlerde yürüttüğü farklı “çözüm” süreçlerinin en önemli eksikliği ve problemi demokrasiden, şeffaflıktan ve TBMM öncülüğünden uzak oluşuydu. CHP olarak TBMM’nin üzerinde ağırlıklı olarak durmamızın nedeni meclisin tarihsel öneminin yanında bu sorunun çözümünde iki kritik işlevinin bulunmasıdır. Bunlardan ilki şudur: TBMM ülkemizdeki farklı siyasal görüşlerin iletişim ve etkileşimine açıktır ve toplumun çoğulculuğunu yansıtan bir tartışma platformu işlevi bulunmaktadır. Meclisler bütün dünyada en başta bir tartışma forumudur. Ülkenin meseleleri halkın seçilmiş temsilcileri tarafından ele alınır, müzakere edilir, farklı görüşler arasında bir etkileşim olur. Bu nedenle Ak Parti döneminde defalarca denendiği şekliyle ülkemizde iktidar ve PKK arasındaki gizli bir takım müzakerelerle Kürt sorunun çözümünün mümkün olduğunu düşünmüyoruz. Aksine bu ikilik yerine toplumun çoğulculuğunu yansıtacak bir tartışma ve müzakere platformu olarak meclis öne çıkmalıdır. İkinci olarak Kürt sorununun çözümü yolunda toplumsal talepler ve ihtiyaçlar varsa bunlar Meclis tarafından araştırılmalı, raporlanmalı ve yasama faaliyetine dönüştürülmelidir. Türkiye’nin modernleşme tarihi bize toplumsal gerçekliğin hukuk yoluyla inşası yolunda birçok örnek sunmaktadır. Hukukun dışlanmasıyla Türkiye sorunlarının çözemez. Gizli kapaklı müzakerelerde verilen sözler yerine kamuoyu önünde yapılacak tartışmalarla toplumsal ihtiyaç ve talepler yasalara dönüştürülmelidir.

Yine beyannamede toplumsal sorunlarımızı çözerken Türkiye’nin tam bağımsızlığını, demokrasisini ve üniter yapısını güçlendirmeyi vaat ediyoruz. Bugün Türkiye’nin temel sorununun demokrasi sorunu olduğunu unutmadan Kürt sorununun da çözümünün demokrasi çerçevesinde ele alınmasını hatırlatmak gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi fikriyatı itibarıyla Cumhuriyetçi bir parti olarak bu sorunun çözümünde önemli bir rol üstlenebilir. Çünkü Cumhuriyetçiliğin özü yurttaşlık ve eşitliktir. Cumhuriyeti fazilet rejimi yapan yurttaşların eşit olmasıdır. Kürt sorununun tarihsel oluşumunda sosyal dışlanma, ayrımcılık, şiddet gibi unsurların panzehiri yurttaşların eşitliğine dayalı cumhuriyetçilik düşüncesidir. Bir dönem ülkemize hakim olan sol ve sağ liberal düşünceler ile yeni muhafazakarlık akımları Cumhuriyetçiliğin bu özünü topluma çarpıtarak sunmuştur. Oysa cumhuriyetçilik partimizin sosyal demokrat vizyonuyla da örtüşen biçimde yurttaşların eşitiliğini temel alır ve yurttaşların toplumsal ve siyasal alana katılımının önündeki engelleri kaldırmayı hedefler. Ayrıca kimlik siyasetleri temelinde “siyasi kabilecilik” haline getirilmiş kültürel kategorilerdense işsizler, ücretliler, çiftçiler, engelliler gibi toplumsal kategorileri siyasal hayatın ve siyasal talepleri öznesi olarak değerlendirir.

Bu nedenle partimizin Cumhuriyetçi ve sosyal demokrat vizyonu hem Kürt sorununun çözümünde hem de kimlik siyasetleri ekseninde oluşan iktidar/Kürt siyaseti ikiliğinin aşılmasında bir üçüncü yol olarak gitgide daha ağırlıklı bir biçimde gündeme gelmektedir.

CHP olarak toplumsal barış ve huzur konusunda üzerinde durduğumuz ikinci husus ise kadın – erkek fırsat eşitliğinin sağlanması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesinin öncelikli bir devlet politikası haline getirilmesidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını toplumsal hayatımızın merkezine yerleştirmemiz gerekiyor. Bu ilke gereğince kadının ve erkeğin toplumsal hayata eşit şekilde katılmaları bir zorunluluktur. Ne yazık ki ülkemiz bu alanda ciddi sorunlarla karşı karşıya. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın İnsani Gelişme Raporuna göre Türkiye, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksinde 162 ülke arasında 68. sırada. Dünya Ekonomik Forumu tarafından yapılan Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi verileri ise ülkemiz için karamsar bir tablo ortaya koyuyor. 2020 verilerine göre Türkiye üç sıra gerileyerek 156 ülke arasında 133. sırada bulunuyor. Özellikle işgücüne katılım, eşit işe eşit ücret, fırsat eşitliği gibi alanların çok problemli olduğunu ve Covid-19 pandemisinin cinsiyet eşitsizliği sorununu derinleştirdiğini not etmek gerekiyor.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet alanında en önemli sorun ise kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye’de kadınların yüzde 38’inin hayatlarında en az bir defa eş ya da partnerlerinin şiddetine maruz kaldığını ve bu oranın Avrupa ortalamasının çok üzerinde olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Kadın cinayetleri konusu ise ne yazık ki aile bağlarından ayrı ele alınamaz. Çünkü geçtiğimiz yıl öldürülen 300 kadının 97’si eşi, 54’ü birlikte olduğu erkek, 21’i eski eşi, 18’i oğlu, 17’si babası, 16’sı akrabası tarafından öldürüldü. Rakamlar “eskiden birlikte olduğu erkek”, “kardeşi” gibi yakınlıklara bağlı olarak uzayıp gidiyor. Yine bu cinayetlerin üçte birinin sebebinin barışmayı reddetmek, boşanmak istemek gibi kadınların kendi hayatlarıyla ilgili kararları kendilerinin almak istemesi olması cinayetlerin toplumsal cinsiyet boyutunu daha açık ortaya koyuyor.

Bu alanda İstanbul Sözleşmesi’nin önemini unutmamak, unutturmamak gerekiyor. Sözleşme’nin gerçekleri çarpıtarak alabildiğine pespaye biçimde tartışılması sorunun başlangıç aşamasıydı. Sözleşme’den çekilme yöntemi ülkemize giydirilen deli gömleğini yani tek adam yönetimi keyfiliğini açıklıkla gösterdi. Meselenin başta TBMM olmak üzere kamusal tartışmaya açılmamış olması da not edilmesi gereken ciddi bir demokrasi sorunu. Ancak bütün bu karanlık tabloda hepimizi umutlandıran bir gelişme var. Bütün baskılara ve otoriter uygulamalara rağmen Türkiye’de özellikle son dönemde çok güçlü bir kadın hareketi ortaya çıktı. Bu hareket hakları için ödünsüz bir mücadele yürütüyor. Bu mücadele bütün zorluklara rağmen günden güne hızlı bir gelişme gösteriyor. Bu toz bulutu içinde herkesin fark ettiği bu önemli gelişme Türkiye’nin eşitlikçi, özgürlükçü ve çoğulcu geleceği adına hepimize umut veriyor.

Son olarak Türkiye’de toplumsal barışın kalıcı hale gelmesi için tüm terör örgütleri ve yeraltı suç örgütleriyle de etkin bir mücadeleyi gündeme getiriyoruz. Terör örgütleri tarih boyunca hem Türkiye’nin huzuruna hem de ülkemizin güvenliğine, ekonomik gelişmesine büyük zararlar vermiştir. Terörle mücadelede evrensel demokratik standartlardan ayrılmadan, “rutin dışına çıkmadan” kararlı bir mücadele yürüteceğiz. Bunun yanında ülkemizde örgütlü suçlar, çeteleşmeler ve mafyalaşma hem güvenliğimiz için hem de ülkemizin huzur ve barış iklimi için ciddi bir tehdit haline gelmiştir. Türkiye’de demokrasinin gerilediği, hukuk devletinin çöküntüye uğratıldığı bir ortamda çeteler ve mafya ön plana çıkmıştır. Çetelerin ve mafyanın gelişmesi devletin kurumsal işleyişinin ve demokrasinin gerilemesinin bir sonucudur. Örgütlü suçlar siyasette, bürokraside, yargıda ve medyada kendilerine bağlantılar bulmadan, bu mecralarda şebekeler oluşturmadan bir gelişme gösteremezler. Örgütlü suçu diğer suç unsurlarından ayıran temel husus siyasette, bürokraside, yargıda ve medyada kurduğu bağlantılardır. İşleyiş gereği bağlantının iki tarafı arasında karşılıklılığa dayalı bir ilişki vardır. Siyaset ve yönetimde bulunanlar tarafından örgütlü suç korunur, önleri açılır. Buna karşılık örgütlü suçun da maddi ve maddi olmayan güç unsurlarından istifade edilir. Ancak bu siyaset ve devlet hayatı için büyük bir çürümenin kapısını açar. Çürüme öyle bir aşamaya ulaşır ki sonunda patlayan bir lağım gibi ortaya saçılır. Herkes tarafından görünür olur. Başımıza gelen de budur.

Ancak bütün bu sorunlar gözümüzü korkutmasın. Türkiye’nin bütün bu meseleleri aşacak gücü, imkanları ve bu sorunların üzerine gidecek yürekli insanları var. Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı yeni bir başlangıcı müjdeliyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: